Quantcast
Channel: Fili tuttuğum yerden bir de ben tarif edeyim...
Viewing all 101 articles
Browse latest View live

Burada Günlük Hayatımız Nasıl?


Okulsuz Eğitim Kapsamında Yapılabilecek Etkinlikler Nelerdir? 0-6 ay (5) - Oyuncak

$
0
0
Kontes 3 aylık
 
Doğumdan sonraki ilk üç ay, bebeğin algıları açılmamış oluyor. 30 santimden uzağı göremiyor ve eli ile bir nesneyi yakalayıp kendisine çekemiyor. Ama 4. aya girdiğinde bir gelişim atağı gösteriyor. İşte o dönemde oyuncaklarla oynamaya başlıyor.
 
Yukarıdaki fotoğrafta kızım 3 aylık, 4. aya yeni girmiş. Elindeki oyuncağı çok rahat tutuyor. Ayrıca oyuncağın içinde hışırtılı bölümler var ve üzerindeki kumaş da dikkat çekici renklerde. Bebekler en çok belirgin koyuluktaki yeşil, kırmızı gibi renklere bakıyorlar, pastel renkler pek ilgilerini çekmiyor. Sesli ve ışıklı oyuncaklardan da hoşlanıyorlar ama ben uzun bir süre kendi kendine ses ve ışık çıkaran oyuncak vermek istemedim eline. Çünkü o tür oyuncaklar bebeği yoruyor, uykusunu engelliyor. Ayrıca etki tepki mekanizmasını da öğrensin istedim. Yani bu oyuncağı sallarsam içindeki çan öter ya da mıncıklarsam içindeki kağıt hışırdar... Yani kendisinin yaptığı bir hareket sonucu dünya üzerinde bir tepki yaratabildiğini öğrensin istedim. Bir de bebekler farklı materyalleri ellemeyi seviyorlar. Farklı dokunuşta kumaşlar ilgilerini çekiyor, mesela keten ile kadifenin farkı hoşlarına gidiyor. Aynı şekilde oyuncakların etiketleri ile de çok ilgileniyorlar. Sırf etiketlerden oluşan bir oyuncak almıştım kızıma. Ama ilginçtir ki o oyuncağın da gerçek etiketini bulup, sadece onunla oynadı :)
 
Diyeceğim o ki, ilk 3 ay bebeğin hiçbir oyuncağa ihtiyacı yok. 4. ayda ise eline alabileceği, kendi kendine tutabileceği çıngıraklı, hışırtılı minik bir oyuncak yeterli oluyor. Bir de oyun halısının üstüne asılabilecek değişik gündelik materyaller de ilgisini çekiyor.
 
Kontes 3 aylık

Yukarıdaki fotoğrafta Kontes'in anakucağına oyuncaklar asmışız. Oyuncakların rengi pastel olmasa daha iyiymiş. Ama minik karıncanın içinde minik bir çan ve yaprağın içinde de hışırtı çıkaran bir kağıt var. O dönem elinden düşürmediği iki oyuncağı bunlardı ve hatta karıncası ile birlikte de uyudu bir dönem :)
 
Kontes'in bir diğer severek oynadığı oyuncağı da kitaplardı. Elbette henüz kitabın ne olduğunu bilemiyordu. Ama kumaş kitapları ağzına sokuyor, içlerindeki farklı kumaşlardan hazırlanmış resimleri elliyor, parlak ve hışırtılı kağıtlara dokunmaya çalışıyordu. İlk dönem minik ellerini tutup, parmaklarını kitabın üzerinde gezdirerek nasıl yapacağını göstermiştik. Sonraları kitabın içindeki resimleri göstererek hikayeler anlatmaya, hayvanların seslerini çıkarmaya başladık. Çok ilgisini çekiyordu. Aynı zamanda kucağımıza otumuş ya da yanımıza uzanmış şekilde bizimle vakit geçirmek de hoşuna gidiyordu sanırım.
 
Kontes 3 aylık, ana kucağında. Fisher Price Mini Çiftlik Kitabı'nı okuyor :)

Kontes 4 aylık. Marsik Yayıncılık'tan çıkan TİM- Oyna ve Öğren
kitabını inceliyor ki bu kitabı 3,5 yaşında hala ilgisini çekiyor.
http://www.atlascocuk.com/U1032,104,tim-oyna-ve-ogren-0-4-yas-icin-kitaplar-marsik.htm

Kontes 4 aylık. Fisher Price Eğitici Aktivite Kitabı. İlk müzikli oyuncağı.

Kontes 5 aylık. Oyun halısına oyuncaklarını asmışız. Yanında da kitapları duruyor.
Orta altta görünen ıslanmaz banyo kitabı.
Banyoda da oyuncak ördek yerine kitapla oynamasını tercih etmiştim.
Plastik ördeklerin içine su doluyor ve sonra küflenerek kararıyor.
 
Evimizde televizyon ancak akşam saatlerinde açılır. Kızım da erken uyuyan bir bebek olduğundan hiç televizyonla karşılaşmadı, ne işe yaradığını bilmiyordu. Ama anne babanın oyuncağını yani bilgisayarı merak ediyordu :)  Merakını dindirmek için 6 aylıkken bilgisayarı açıp izlettik. Ama elbette o saatten sonra bilgisayar konusunda çok daha dikkatli davrandık.
 
6 aylık Kontes bilgisayar ile tanışıyor.
 
Kontes'in oynamayı sevdiği bir diğer oyuncak da orguydu. Çeşitli müzik aletleri almıştık. Ama minik davulu ya da marakasları onun ilgisini org kadar çekemedi. 30 liraya bir marketten aldığım org ise çok uzun bir süre oyaladı kızımı. Sonra bozuldu elbette ama hala sorar o orgunu:
 
Kontes 4 aylık, babasıyla org çalıyor.
Kontes 4 aylık, kendisini geliştirmiş, iki elle çalmaya başlamış :)
Kontes 4 aylık. Artık tek başına çalabiliyor :)
Kontes 5 aylık. artık bir piyanist şantör edasında :)
 

Evinizden Her Gün Torbalarca Çöp mü Çıkıyor? İşte ev atıklarını azaltmanın yolları...

$
0
0
Ne zamandır böyle bir yazı yazmak istiyordum ama nereden nasıl başlayacağıma karar veremiyordum. Meğer birisi daha önce yazmış, en iyisi çeviri yapıp yanına not düşmektir diye düşündüm:http://zerowastehome.blogspot.com/p/tips.html
 
 
Ev Atıklarını Azaltmak İçin İPUÇLARI
Burada evinizde atık azaltmanıza yardımcı olacak, sekiz kategoride en iyi ipuçlarımı yazacağım. Her bölüm, o konu ile ilgili yazdığım bir yazının özetlenmiş halidir, bu nedenle her bölüm hakkında daha fazla bilgi için lütfen başlık bağlantılarını takip edin. Ürün önerileri için de sanal mağazamızı ziyaret edin veya yazı içinde verilen internet bağlantılarını takip edin. 

Başlamadan önce:
 
  •  Atıksız bir ev için 5 temel madde:
  1. İhtiyacınız olmayan şeyleri almayın.
  2. İhtiyacınız olan şeyleri evde üretin.
  3. Evde üretemeyip de satın aldığınız şeylerin ambalajlarını yeniden kullanın.
  4. Yeniden kullanamadığınız ambalajları geri dönüşüme gönderin. 
  5. Geri kalan her şeyi kompost olarak değerlendirin.
 

  1. Tek kullanımlık olanlar (kağıt havlu, çöp torbası, yağlı kağıt, alüminyum folyo, plastik tabak çanak vs)  yerine sürekli kullanabileceğiniz alternatifleri tercih edin: Paslanmaz çelik çöp kutusu kullanır ve ıslak malzemeleri kompost olarak değerlendirirseniz, çöp torbası kullanmanıza gerek kalmaz. Kağıt havlu yerine mikrofiber bez kullanıyorum. Islak mendil yerine yanımda sürekli su ve el bezi taşıyorum, gerektiğinde el bezini ıslatıp kullanıyorum.  
  2. Satın almak zorunda olduklarınızı en büyük boy olarak satın alın veya dolum şişelerini kullanın (Bkz. Zero Waste Grocery Shopping, Sıfır Atıkla Bakkal Alışverişi başlıklı yazı), kuru yiyecekler için bez torbalar, ıslak ürünler için  cam kavanoz veya cam kaplar (et, balık, peynir, yağ vs) ve cam şişeler (sıvı yağ, sirke, şampuan vs): Dolum şişelerine örnek olarak kolonya dolum şişelerini verebilirim. Eskiden bakkallarda da vardı, halihazırda bazı eczanelerde görüyorum. Aynı şekilde eskiden şampuanlar da açıkta satılabiliyordu. Zeytinyağını pazardan cam şişe içinde alıyorum. Bittiğinde cam şişeyi geri götürüp yenisini alıyorum. Eğer teneke zeytinyağı almışsak da en azından tenekesine çiçek ekebiliriz :) Tüm pazar alışverişimi bez torbalarla yapıyorum. Peyniri de pazardan alıyorum. Peynirci, peynirleri küçük küçük parçalara bölüp streç filme sarıyor. Sonra satın almak istediğimi tartıp kese kağıdı büyüklüğünde bir plastiğe koyup ağzını düğümlüyor (suyu akmasın diye) ve en son olarak bir plastik poşete koyuyor. En son plastik poşet aşamasını kendi bez torbalarımla önleyebiliyorum. Kese kağıdı büyüklüğündeki torbaya koyma konusunda ise peynircim ısrarlı çıktı. Ben de her hafta torbayı arap sabunu ile yıkayıp, kurulayıp, diğer hafta peynirimi aynı torbanın içine koymalarını istiyorum. Eve gelir gelmez zaten hemen çıkarıp cam kaselere aktarıyorum. En son streç film aşamasını ise henüz geçemedim :)






    Pazar alışverişinde kullandığım torbalarım ve yumurta kartonu.
    Büyük çantayı Migros'tan satın almıştım. Küçük torba CityLife
    organik firmasına ait. Pazar filesini de annem hediye etmişti.
    Ağzı büzgülü torba ise ayakkabı torbası. Bunlar gibi 10 kadar
    torbam var. Kirlendikçe yıkıyorum.
    Eminim benzerlerini evde dikmek de kolaydır.

  3. Eğer büyük boy olarak satın alamıyorsanız bir tedarikçibulun: Örneğin dondurma satın alacaksanız, açık dondurma satın alın ve yanınızda cam bir kap götürün. Şu anda bulunduğum yerde açık dondurma satılıyor. Eskiden Fatih'te otururdum, çok meşhur dondurmacıları vardı. Güvenilir bir yerden almak kaydıyla, paketli dondurma yerine açık dondurmayı daha sağlıklı buluyorum. En kötü ihtimal Mado vs gibi dükkanlarda açık dondurma bulunabilir. Ekmek almaya fırına giderken yanınızda bir yastık kılıfı götürebilirsiniz. Şarap veya bira almak için de yanınızda şişe taşıyabilirsiniz. Eskiden açık rakı da satılıyordu sanırım ama artık şişelisine bile güven kalmadı. Sıvı olarak sirke, gülsuyu vs de tedarikçiden alınabilir. Ya da kendiniz yapın: Hardal, ketçap, mayonez, sirke, reçel, humus, kurabiyeler, domates konservesi, yoğurt, kefir, ekmek vs. 
  4. Pazardan alışveriş yapın: Pazardan alacağınız yumurtalar için yumurta kartonunu ya da ezilebilen meyveleri tekrar koymak için sepetinizi yanınızda götürün. Marketten aldığım yumurta kartonunu yanımda götürüyorum ben. Bir de çilek, incir gibi meyvelerin ezilmemesi için özel yapılmış bir sepetim var, İstanbul Zeytinburnu'ndaki organik pazardan almıştım.







    Alt kısmı özel olarak dizayn edilmiş, el yapımı,
    meyvelerin ezilmesini engelleyen sepetimiz.

  5. Musluk suyu kullanın, hiç değilse arıtma cihazı kullanın: Musluk suyunu kaliteli hale getirmek yerine plastik şişelerde su satıyorlar. O plastik şişelerin tekrar tekrar kullanılmasını geçtim, bir de su bitene kadar en az 1 hafta evimizde o şişenin içinde bekliyor. Üstüne para verip, bir de sağlıksız su içtiğimi hissediyorum. Neyse ki yeni taşındığım bölgede, musluklarımızdan doğal kaynak suyu akıyor. İşte "en kaliteli su, musluk suyu" diyen İstanbulÜniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar'la bir söyleşi: http://haber.gazetevatan.com/en-guvenilir-su-musluk-suyu/468920/4/yazarlar. Musluk suyu ile şişelenmiş suyu karşılaştıran İngilizce bir yazı için bkz: http://www.rd.com/health/wellness/rethink-what-you-drink/
  6. Doğal malzemeleri tercih edin: Bulaşık deterjanı ya da sıvı el sabunu yerine arap sabunu kullanın, geniş ağızlı bir tuzluğa dökeceğiniz karbonatı Cif yerine kullanın ya da diş fırçası olarak tahta saplı, doğal kıllardan yapılmış olanı kullanın(compostable cleaning brush). Misvak da diş fırçalamak için uygundur. Keşke misvaktan yapılma diş fırçaları da olsa... Arap sabununu mecburen ambalajlı almak zorunda kalıyorum, keşke arap sabununu doldurabileceğimiz bir tedarikçi olsa.
  7. Çöp kutunuzu bir kompost kutusuna çevirin. Islak atıklarınızı çöp kutunuza atarak komposta çevirebilirsiniz.
  8. Yemek atıklarınız bozulmadan önce yeni bir yemekte kullanın. Tarif defterinize sadece atıksız yapabileceğiniz tarifleri yazın.  Yemek tariflerinizi yazarken ev ahalisinin tüketebileceği kadar miktarlarda tarifleri yazın. Yine de artmışsa bir önceki günden kalan pilav, yayla çorbası olarak değerlendirilebilir. Eğer kıymalı ya da etli yemeğiniz arttıysa, en azından blendırdan geçirip ev hayvanınıza ya da sokak hayvanlarına ikram edebilirsiniz. Buğday çorbası, bulgur pilavı vs de kuşlar için uygun olabilir. En son ihtimal, kompost kutusuna atabilir ya da toprağa gömebilirsiniz. Toprağa gömülen yiyeceğin iki günde yok olduğu söyleniyor ama henüz denemedim, emin değilim.
  9.  Bir düdüklü tencere edinin. Böylece pişirme süresi yarıya iner. Ben bu tencereyi kullanıyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2011/12/gun-24-saat-yetmiyor-mu-zaman-planlamas.html. Ama genel olarak düdüklü tencere kullanmayı sevmediğimden dökme demir veya toprak tencere kullanmayı tercih ediyorum. Kullanılan enerjiyi azaltıyordur sanırım.
  10.  AYRICA... Tek tarafı kullanılmış kağıtları kese kağıdı ya da not kağıdı olarak kullanabilir; sebze ve meyve yıkamada kullandığınız suyla çiçeklerinizi sulayabilir, kışın fırınınızı kullandıktan sonra ağzını açık bırakarak oda ısınması için kullanabilirsiniz. Yumurta haşlama suyunun çiçek coşturan olarak kullanılabileceği de söylenir. Ayrıca mutfağım açık mutfak, bu nedenle kışın elektrikli su ısıtıcısı yerine normal çaydanlıkta su ısıtarak hem evin ısınmasına katkı sağlamış oluyorum hem de evin nemini arttırıyorum.
  1. Tuvalet kağıdı olarak, %100 geri dönüştürülmüş kağıttan üretilmiş, ağartılmamış ve tek tek kağıt parçaları halinde olanları kullanın (toilet paper) (Eğer evinizde güneş sistemi varsa klozetiniz için elektrikli bir yıkama düzeneği yükleyebilirsiniz.): Ülkemizde zaten tahret muslukları oldukça sık kullanılıyor. Suyla temizlenmenin basura karşı iyi geldiği de ispatlanmış, silerek temizlemek daha fazla zarar veriyormuş. Bir de geri dönüşümlü kağıttan üretilmiş ve öyle bembeyaz olması için ağartılmamış tuvalet kağıtları üretilse ne kadar güzel olur. Tuvalet kağıtlarının rengini açmak için fazladan masraf yapmaya ne gerek var anlamıyorum. Tuvalet kağıdının renginin ne önemi var? 
  2. Deodorant: Ter kokusunu önlemek için şap (alum stone) ya da karbonat kullanın. Ben 3 seneyi geçkin karbonat kullanıyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2011/11/dogumdan-sonra-ter-kokusu-nasl-onlenir.html. Karbonatı sürdükten sonra biraz da uçucu yağ sürüyorum, lavanta veya limon yağı. Böylece kokulu deodorant sürmüş gibi oluyorum.
  3. Sakal ve vücut tüyleri: Tıraş olmak için tekrar kullanılabilir jiletli traş aletleri (safety razor) ve tıraş sabunu (defne sabunu -Alep soap- ya da zeytinyağı sabunu gibi zengin içerikli herhangi bir sabun olabilir) kullanın.Gördüğünüz gibi dedelerimizin kullandığı yöntemler tekrar popüler oluyor. İnsan yanlışı denemeden, doğrunun hangisi olduğunu bilemiyor. Bu tür jiletleri bulmak zor, elbette kullan-at plastik jiletlerin karı daha yüksektir, o nedenle bunları fazla sürmüyorlardır piyasaya. Şurada kastedilen ürünlerin eski modellerini görmek mümkün: http://jiletvetiras.blogspot.com/p/jiletli-tras-aletleri.html
  4. Saçlar:Şampuan ve yumuşatıcıyı tedarikçisinden açık olarak alıp şişeye doldurtabilirsiniz. Eğer saçınız kısaysa şampuansız yıkamayı  da deneyebilirsiniz: saçınızı suyla yıkayın, karbonat ile saçınızı ovalayın, sonra saçlarınızı durulayın ve yumuşatıcı olarak, parlaklık da vermesi için sirke kullanın. Ya da şampuan sabunu kullanın (shampoo bar). Saç spreyi yerine de sprey şişesine doldurduğunuz limon suyunu kullanabilirsiniz (tarif için bkz. Recipes ). Eğer saçınızı daha seyrek yıkamak istiyorsanız mısır nişastasını kuru şampuan olarak kullanabilirsiniz. Şampuansız yıkama yapınca saçlar setleşebiliyor ya da kabarabiliyor. Ben yumuşatıcı yerine argan yağı kullanmayı tercih ediyorum. Ama eğer karbonat kullanmışsam, saç derisinin asit baz dengesini ayarlayabilmek için son durulama suyuna elma sirkesi de katıyorum. Sirke durulanınca kokusu kayboluyor. Ayrıca karbonat ve sirke ikilisi, kepek sorununun da kesin çözümü... Fakat şampuan yerine farklı çözümler ararken saça fön çektirirken fırça yemeyi de göze almak gerekiyor :) Çünkü şampuansız temizlikteki amaçlardan biri, saç köklerindeki yağı tamamen yok etmeyerek saçın sağlıklı kalmasını sağlamak. Ama yağlı saça fön çekilirken bir duman dalgası yayılıyor ve berber hemen "Ya organik şampuan kullanmışsınız ya da saçlarınızı iyi yıkamamışsınız, cık cık cık!" tepkisi veriyor. "Yağlı saça fön çektirmenin olumsuz tarafı nedir?" diye sordum "Fön daha çabuk bozuluyor." dediler. "Ne kadar sürede bozuluyor yani?" dedim. 1-2 gün içinde bozuluyormuş. Saçını 1-2 günden daha uzun süre yıkamayan ve sıklıkla fön de çektiren biri için şampuansız temizlik uygun olmayabilir.
  5. Vücut temizliği: Yüz ve vücut temizliği için paketlenmemiş katı sabun kullanın. Ben sabun cevizi sabunu kullanıyorum. Katı sabun yaparken oluşan gliserini kullanmak üzere içinden alıyorlarmış. Bu nedenle katı sabun kullanırken en önemlisi gliserini alınmamış bir sabun kullanmak. Keselenmek için karbonat kullanabilirsiniz. Bence bu konuda en iyisi Bursa kesesidir :) Ayaklar için de kabak lifi ya da ponza taşı elbette... Vücut ve yüz maskesi olarak suyla veya elma sirkesi ile karıştırdığınız kil  ("French", Kaolin, Bentonit, vb kil türleri) kullanın. Ben "DermoKil" markasının hasır keseler içerisinde sattığı kil parçacıklarını kullanıyorum.







    Dermokil marka kil
    http://sabunagaci.com/2013/04/26/sabunlarim/

  6. Diş macunu olarak ev yapımı diş tozu (Bkz. Tarifleri) kullanın. Diş fırçası olarak da kompost yapılabilir ahşap diş fırçaları kullanın. Ben çoğu zaman diş macunu kullanmıyorum. Aşırı antibiyotik kullanımından dolayı diş minelerim sarıdır ve fırçalamayı ihmal edersem hemen renkleri koyulaşır. Fark ettim ki diş fırçalamada kullanılan diş macununun tek etkisi fırçanın diş üzerinde kaymasını kolaylaştırmak. Onun haricinde diş fırçalamaya ayrılan zaman ve her bir dişin üzerinde dikkatlice durulması önemli. Yani eğer diş fırçalamaya özel zaman ayırmaz ve gerekli özeni göstermezsem hiçbir diş macunu dişimin rengini açıp, diş taşlarını önleyip, bakteri plaklarını yok etmiyor. Ayrıca diş macunlarının, tıpkı antibiyotiklerin barsak florasında yaptığı gibi, ağız içindeki zararlı ve yararlı tüm bakterileri yok ettiği de iddia ediliyor. Düşününce mantıklı geldi. Dedemin dişleri hala ağzında pırıl pırıl, benim ise çok çürüğüm var. Genetik yapının da bunda payı vardır muhakkak ama küçüklüğümden beri her gün defalarca kullandığım diş macunlarının da olumsuz etkisi olmuş olabilir. O nedenle uzun bir süredir diş macunu kullanmıyorum. Dişlerimi macunsuz fırçalayıp, ağız duşu kullanıyorum. Ağız duşunun suyuna elma sirkesi ya da adaçayı da ekliyorum zaman zaman. Bazen de limon tuzu ya da karbonat ile dişlerimi fırçalıyorum. Karbonatın diş minelerine zarar verdiği iddia edilir ama aşındırıcılık derecesi diş macunundan daha azmış. Bu sitede ayrıntılı açıklama ve doğal bir diş macunu yapım tarifi var: http://www.zehirsizev.com/kisisel-bakim/dis-macunu/
  7. Makyaj ve kozmetik malzemesi kullanımını azaltın. Kullanmak istediklerinizi de evde üretebilirsiniz. Mesela bronzlaştırıcı olarak kakao kullanabilirsiniz veya gözler, dudaklar, saçlar ve tırnaklar için ev yapımı kremler (Bkz. Tarifleri) ve kadın bağı olarak menstrüasyon kabı ya da yıkanabilir kadın pedi kullanabilirsiniz. Ben uzun bir süredir yıkanabilir kadın pedi kullanıyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/06/ykanabilir-kumas-kadn-pedi-washable.html. Menstrüasyon kapları ile ilgili bilgiye de şuradan ulaşabilirsiniz: http://dunyayikurtarankadinlar.blogspot.com/p/menstruasyon-kab-da-neyin-nesi.htmlKozmetik ürünler olarak da doğal yağları sıklıkla kullanıyorum. Bronzlaştırıcı olarak kakao ve mısır nişastası karışımı da işe yarıyor. Ayrıca gözler için külden yapılma sürmeyi de makyaj malzemelerine alerjisi olanlar için önerebilirim. Şu sitede ev yapımı pudra, allık, ruj, "eye liner" ve parfüm tarifleri var: http://www.dokuzeylulgazetesi.com/?p=1519. Cilt bakımımda kullandığım doğal malzemeleri de bir yazımda anlatmıştım: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/10/bir-anne-cilt-bakmna-zaman-ayrabilir-mi.html
  8. Manikür için tırnak makası, paslanmaz çelik manikür makası ve nem ve parlaklık vermesi için ev yapımı bir tırnak kremi yeterli olacaktır. Ülkemizde manikür yaptırmak diğer ülkelere oranla daha ucuz. Ama yaylı manikür pensleri ile de kendi kendine manikür, pedikür yapmak da hiç zor değil.
  9. Kulak çubukları kullanmayın. Zaten sağlığınız için olumsuz etkileri var. Bu konuda kendiniz de araştırma yapabilirsiniz. 
  10. AYRICA banyoya ilişkin olarak şunları da yapabilirsiniz... saç ve tırnak atıklarınızı kompost yapabilirsiniz, sifonunuzun içine tuğla koyabilirsiniz (bir taş veya su dolu küçük boy bir pet şişe de koyabilirsiniz, böylece sifonu çektiğinizde harcayacağınız su miktarı azalmış olur) sadece saçlarınızı yıkayacaksanız kullandığınız suyu bir kovada toplayıp bu su ile çiçeklerinizi sulayabilirsiniz. Ve temizlik malzemeleri olarak da şunları kullanabilirsiniz: Ayna temizliği için mikrofiber bezler (Cilt temizliği için kullandığım bezler var: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/10/bir-anne-cilt-bakmna-zaman-ayrabilir-mi.html. Bu bezlerin benzerleri "ekran temizleyici" olarak da satılıyor. Bu ekran temizleyici bezler ile aynalar da harika temizleniyor.), küfe karşı sirke kullanın, ovma kremi (Cif) yerine kabartma tozu kullanabilir, lavabo açıcısı olarak da karbonat ve sirke kullanabilirsiniz (bkz. Temizleme ve Yemek Tarifleri )...  Karbonat ve sirke, lavabo açıcı olarak kesinlikle işe yarıyor ama sık sık kullanmak gerekiyor. Hemen hemen haftada bir kere lavaboya döküyorum. Aksi takdirde, lavabo tamamen tıkandığında bu karışım işe yaramıyor, bu durumda lavabonun altını elle söküp temizlemek gerekiyor.

  1. Doğal temizlik malzemeleri alternatifleri kullanın: Yer ve lavabo temizliğinde arap sabunu, genel temizlikte ev yapımı çok amaçlı temizleyici (bkz. Tarifleri, temel olarak elma sirkesi), ovma gerektiren işler için kabartma tozu ve küf temizliğinde sirkeBen sabun cevizi sıvısından da çok memnunum.
  2. Alternatif ev temizliği araç gereçleri kullanın: çelikler için bir ovma teli, hafif fırçalama için bir tahta fırça, ulaşılması zor yüzeyler için eski bir diş fırçası ve geri kalan her türlü temizlik için mikrofiber bezler (tezgah, yer, buzdolabı vs... aynalar ve camlar için bu bezleri suyla ıslatmak yeterlidir, cam temizleyiciye gerek yoktur.). Ocağımı da ovma teli ile ovuyorum zor lekelerde. Ocak çizilir, diye uyarı alıyorum zaman zaman. Yahu benim yüzüm çizik çizik olmuş zamanla, ocak çizilse çok mu? Ayrıca yıllardır kirada oturuyorum, aynı ocağı 5 seneden fazla kullandığım olmadı. Kaldı ki çizik ocak kullanmakta da hiçbir sakınca görmüyorum. İnsanların çamaşır suları ile ellerini yara bere içinde bırakırken, ocaklarını kremli Cif ile ovmalarını anlayamıyorum. O kadar sevgiyi ellerime gösteririm daha iyi :) Ayrıca ocağımda öyle derin çizikler filan olmadı, sadece yüzeysel çizikler var. Mutfağım da açık mutfak olmasına rağmen, henüz kimse fark etmedi o yüzeysel çizikleri. Bir de kendiliğinden telli mikrofiber bez kullanıyorum. Onları da şiddetle tavsiye ederim. Bulaşıkları da sünger yerine bu bezlerle yıkıyorum. Tahta fırça bulamadığım için de, IKEA'dan aldığım bulaşık fırçasını kullanıyorum. Kirlendiğinde bulaşık makinesine atıp yıkıyor ve balkonda güneşte kurutuyorum. Henüz küflenme, bozulma olmadı. Eski diş fırçaları ile de hem kıyı köşe temizliyorum hem de temiz olarak ayırdığım bir tanesi ile havuç vs gibi kabuğunu soymak istemediğim sebzeleri fırçalıyorum.






    IKEA bulaşık fırçasını uzun süredir kullanıyorum. Dayanıklı bir fırça.
    Her akşam kullanıyorum, sık sık makinede yıkıyorum ama hiç yıpranmadı.








    Bunlar telli bulaşık bezlerim. Bir yüzlerinde tel var,
     diğer yüzey pofuduk, süngerimsi...

    Bu bezi de nasıl anlatsam bilemedim. Bir yüzeyi mikrofiber,
    diğer yüzeyinde kıvrık sert naylonumsu kabartılar var.
    Çizmeden ovma konusunda tek geçerim...

  3. Yerlerinizi fırça ile fırçalayın, mikrofiber paspas ile yıkayın ve yıkama suyuna biraz arap sabunu ekleyin. Ben buharlı temizlik yapıyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/01/gun-24-saat-yetmiyor-mu-zaman-planlamas.html. Her ne kadar elektrik sarfiyatı yapıyor olsam da temizleme süresini kısalttığı ve kullandığım su miktarını azalttığı ve deterjan kullanımı gerektirmediği için uygun bir seçim olduğunu düşünüyorum.
  4. Yıkanamayacak durumdaki pislikleri (bal mumu/araba yağı/ tutkal/ zift) temizlemek için giyilmeyecek durumdaki giysilerinizden çaputlar yapın. Yıkamak istemediğim kusmuk, çiş vs gibi pislikleri temizlemek için de kullan at malzemeler yerine bu tür çaputları kullanmayı tercih ediyorum.
  5. Bulaşık deterjanını toptan, büyük gramajda satın alın ve parlatıcı olarak beyaz sirke kullanın. Ben elde yıkamada arap sabunu, makinede yıkamada ise deterjan olarak limon tuzu ya da karbonat-sirke karışımı, parlatıcı olarak elma sirkesi ve makine tuzu olarak da limon tuzu kullanıyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2013/01/bulask-makinesinde-kimyasal-deterjan.html. Kullandığım ürünlerden çoğunda makinede yıkanmaz ibaresi var: Tahta kaşıklar, demir döküm ve toprak kaplar, seramik tavalar vs. Oysa doğal malzemeler ile yıkama yaptığımdan, hepsini makinemde yıkayabiliyorum. Bu da artı bir kolaylık oluyor benim için.
  6. Havadaki toksinleri emip ev içindeki havayı temizlemeleri için ev bitkileri kullanın. Ev bitkileri toksinleri emer ve havayı temizler. Hava temizleyici bir alet çalıştırmak yerine bir pencere açın. 
  7. Çamaşırları haftada bir gün yıkamak zaman kazandırır ve kurutma enerjisi masrafını azaltır. Çamaşır deterjanını da toplu olarak büyük gramajlarda satın alın. Çamaşır makinesini tamamen doldurun ve mümkün olan en soğuk suda yıkayın. Çamaşırlardaki lekelere karşı  Savon de Marseille, bulaşık deterjanı, tebeşir, limon ve sirke kullanabilirsiniz. Ben çamaşırlarımı 3 senedir sabun cevizi ile yıkıyorum: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/05/sabun-cevizi-nasl-kullanlr-soapnut.html. Çamaşır makinesi için evde enzim veya sıvı sabun üretenler de, arap sabunu ile yıkama yapanlar da var. Şunu fark ettim ki kurumuş lekeyi normal deterjan bile çıkaramıyor. Eğer bir çamaşırı yıkayıp kuruttuysanız ve üzerinde leke varsa, o leke artık kuru temizleme ile bile çıkmıyor, elbiseyi ya o haliyle kullanacaksınız ve her yıkamada lekenin azalarak yok olmasını ümit edeceksiniz ya da artık kullanmayacaksınız. Bu nedenle lekeler konusunda tetikteyim. Kızımın çamaşırlarını da, kendi çamaşırlarımı da lekelenir lekelenmez elimde sabun cevizi sabunu ile çitiliyorum. Yıkanabilir kadın pedlerindeki kan lekelerinin ise en iyi limon ve sirke ile çıktığını tespit ettim. Ayrıca makinede yıkamada beyazlar için karbonat, renkliler için de kahve telvesi öneriliyor. Amerika'daki kimi kentlerde apartmanlarda ortak çamaşır ve kurutma makinesi kullanıldığı için haftada bir yıkama yapmek ve makineyi ağzına kadar doldurmak uygun öneriler olabilir. Ama her evde ayrı makine olan bizler için ne kadar doğru emin değilim. Çünkü çamaşır makinesi de esasen tahta üzerinde vura vura çamaşır yıkamanın modern versiyonu. Makinenin içine baktığınızda çıkıntılı bölgeleri görebilirsiniz. Çamaşırlar o çıkıntılara vura vura çitileniyorlar. Eğer ağzına kadar doldurursak makineyi, lekelerin çıkması için kimyasal deterjanlara başvurmak zorunda kalabiliriz. Bu nedenle küçük boy makine almak ya da (yorgan vs yıkanıyorsa) büyük boy alında bile suyu ve yıkama süresini içindeki çamaşır miktarına göre ayarlayan ekonomik modellerden birinin seçilmesi taraftarıyım. Bir de çamaşırı sıkma devrinin ayarlanması da enerji tasarrufu sağlıyor. Benim makinem 1200 ila 400 devir arasında sıkıyor. 1200'de çamaşırlar neredeyse kuru, 400'de ise oldukça nemli çıkıyor. Ben genellikle 400 devirde kurutmayı tercih ediyorum ama 600 devre bile düşürülse kardır.
  8. Mümkünse çamaşırlarınızı asarak kurutun. İstanbul'da pek fark edemiyordum ama şu anda bulunduğum bölgede çamaşır kuruttuğumda kesin olarak olarak söyleyebilirim ki Güneş lekeleri çıkartıyor.
  9. Olabildiğince az parça ütüleyin ve ev yapımı kola olarak çelik bir püskürtme şişesine koyduğunuz nişastalı karışımı kullanın (bkz. Tarifleri). Kurutma makinesi kullanıyorsunuz birikmiş suyu, ütü suyu olarak kullanabilirsiniz. Ütü suyunun içine uçucu yağlardan damlatırsanız yumuşatıcı kullanmış gibi kokulu olur çamaşırlar. Kullandığım ürünlerin çoğunun ütülenmesi yasak: Kumaş kadın pedleri, bambu havlular ve kumaşlar, yünlüler, keçeler vs. Nevresimleri, perdeleri vs zaten hiç ütülemem, perdeleri ıslakken asar, nevresimleri de takır takır kurumadan güzelce katlar kaldırırım, gerekirse yatak altı ütüleme metodu de denenebilir :) Bir de ütü giysileri yıpratıyor, renkli giysilerin renklerini solduruyor. Çamaşırları dolap askılarına asarak kuruttuğunuzda ütüye pek de gerek kalmıyor.
  10. AYRICA şunları yapabilirsiniz... kuru temizleyici olarak yeniden kullanılabilir giysi torbaları kullanan ve toksik olmayan ürünlerle temizleme yapan bir şirket bulun, çamaşır kurutma makinesinin filtresinden çıkan tüyleri ve elektrikli süpürge haznesinden çıkan ev tozlarını kompost yapın...

  1. Misafiriniz gelecekse gıda alış verişi yapmak için evden çıkarken yanınıza fazladan kavanozlar almayı unutmayın. 
  2. Uzun sürecek ziyaretler için elle yenebilecek ordövrler (finger foods) hazırlayın ve sodalı içecekler yerine limon dilimleri eklenmiş musluk suyu servis edin. Musluk suyuna salatalık eklemek de tadını lezzetlendiriyor, taze nane de hakeza...
  3. Her zaman seramik tabak çanak ve kumaş peçeteler (clothnapkins) kullanın. Yalnız ilginçtir kağıt peçete yerine, kumaş peçete kullandığım zaman misafirler peçete kullanmamayı tercih ediyorlar. Ben ayrıca yemek sonunda her misafirim için ayrı ayrı hazırladığım biraz sabunlanmış ıslak el bezlerini mikrodalga fırında ısıtıp, el ve ağızlarını silmeleri için sıcak sıcak veriyorum.
  4. Servis tenceresi/tabağı kullanmayın: Tencereden aldığınız yemekleri doğrudan yemek tabaklarına koymak hem işinizi kolaylaştırır hem de bulaşık yıkamadığınız için fazladan su israfını önler. Bu konuda Türk kadını ile hiç kimse yarışamaz sanırım. Tenceredeki yemeği karıştırdığı kaşığı içine koymak için bir tabak kullanmak yerine tencere kapağının üstüne yerleştiren bir milletin evlatlarıyız biz, elimize su dökemezler, gerekirse tencerede pişirir kapağında da yeriz :)
  5. Masanızı süslemek için süs satın almak yerine yaratıcı yöntemler bulun. Birkaç farklı peçete katlama yöntemi öğrenebilir, bahçenizden yapraklar/dallar bulabilir ya da sadece mevsim meyveleri ile süsleme yapabilirsiniz. 
  6. Bitmiş mumluk tenekelerini (ve fitillerini) yeniden kullanın. Bal mumu ve kurşun içermeyen fitiller satın alıp, artık tenekelerde yeni mumlar yapabilirsiniz.
  7. CD ve DVD satın almayın. Müzik ve filmleri internetten indirin veya internet üzerinden izleyin.
  8. Misafirliğe giderken pastahane ürünü satın almak yerine ev yapımı ürünler götürün. Ya da en sık kullandığınız üründen fazla miktarda paketleyip hediye olarak götürebilirsiniz. Geniş hacimli ürünleri paketlemek için Furoshiki yöntemi ile kumaş paket yapabilirsiniz. Doğum günü hediyesi olarak da bir deneyim hediye edebilirsiniz. Birisi bana masaj seansı hediye etse çok makbule geçer mesela :) Bir alyans yüzük için 7 ton toprağın arsenik ile zehirlendiğini öğrendiğimden beri altın da hediye etmiyorum. Düğünlerde veya doğum hediyesi olarak altın vermem gereken yerlerde, şık bir zarfın içine iyi dileklerimi belirtir bir not ile birlikte para koyuyorum. Altını satın al, bozdur derken arada kaybolan para da cabası... Japonlar'ın bu iş için özel kullandıkları bir zarf türü bile varmış.
  9. Arkadaşlarını da atıklarını azaltmak için harcadığın çaba konusunda bilgilendir ki böylece evinize atık getirmesinler.
  10. AYRICA şunları yapabilirsiniz... Dışarıda yemek yiyecekseniz ve artan yiyecekleri paketletip eve götürme alışkanlığınız varsa, yiyeceğin konacağı kabı yanınızda götürün. Bir süre televizyon olmadan yaşamaya çalışın. Pilli aletler için şarj edilebilir pil kullanın... Kızımın gittiği kreşten çocuklara izletmek için DVD istediler. Evimizde çizgi film DVD'si olmadığını söyledim. Sonra geri dönüşüme göndermek için kullanılmış pil biriktirmemizi istediler. Evimizde atık pil bulunmadığını söyledim. Sanırım uydurduğumu düşünüyorlar :)

 İŞ YERİ
  1. Eşantiyon verilen kalemleri almayın.
  2. Tekrar doldurabilir tükenmez kalemler (pens), dolma kalemler, uçlu kurşun kalemler, yeniden doldurulabilir tahta kalemleri kullanın ve ekstra ofis malzemelerinizi (kağıt, kalem vs) bölgenizdeki devlet okuluna bağışlayın. 
  3. Evinize gelen önemsiz postaları engelleyin, fatura ve banka bilgilerinizin internet üzerinden gönderilmesini talep edin.
  4. Tek yüzü kullanılmış kağıtları bir kağıt tutacağı tutturup not defteri haline getirin ve yeni kağıt alırken geri dönüşümlü kağıt tercih edin. Sahi bir zamanlar "saman" kağıtlarımız vardı, ne oldu onlara? Rusya'da hala kullanılıyor, okul defterlerinin hepsi saman kağıttır, beyazlatılmış kağıt lükstür orada ki olması gereken de budur, lüks sayılmalıdır. 
  5. Çöp kutunuza dikkat edin. Kompost ve geri dönüşüm kutularını kullanmaya çalışın.
  6. Paketleme yaparken geri dönüşümlü kağıt ambalaj malzemeleri (kağıt bantlar da dahil-paper tape) kullanın, kullanılmasını talep edin ve size gelenleri de tekrar kullanın. Adres etiketi kullanmak yerine adresleri doğrudan zarfın üzerine yazın. 
  7. Zımba yerine ataç veya zımbasız zımbalama aleti (staple-free stapler) kullanın. 
  8. İş dergileri ve kitaplarını okumak için kütüphaneyi kullanın. Elinizdeki kitapları satın veya diğer insanların da faydalanması için kütüphaneye bağışlayın. İşime ilk başladığım yıllarda bir heves tüm kitapları satın alıyordum. Ama sonra kanunlar ve mahkeme uygulamaları değiştikçe, kitapların da değiştiklerini fark ettim. Her yeni makale yazışımda, en yeni tarihli baskıya atıf yapmam gerekiyordu. Bu nedenle sürekli kitap okumam gereken bir işim olmasına rağmen, çok az sayıda iş kitabım var. Çok önem verdiğim, değerli kitapları saklıyorum. Eski tarihli ve kimsenin işine yaramayacak olanları kağıt çöpüne yolladım. Yakın tarihli olup da bir süre sonra eskiyecek olanları da tarattım ve kütüphaneye bağışladım. İhtiyacım olduğunda ya kütüphaneye gidiyorum ya da tarattığım kopyasına bakıyorum. Diğer kitaplar için de aynı yöntemi uyguladım. Ancak değer verdiğim ve tekrar okumak istediğim ya da başvuru kitabı olarak kullandığım kitaplar var kütüphanemde. Diğer kitapları ya kütüphaneden alıp okuyorum ya da satın almışsam, isteyen birine ya da en yakın kütüphaneye veriyorum.
  9. CD ve DVD yerine taşınabilir hafıza kartı (memory sticks) ve harici hard disk kullanın. Bizim bütün resimlerimiz, yüklediğimiz şarkılar, tekrar izlemek istediğimiz filmler, belgeseller ve iş belgelerimiz harici hard diskte kayıtlı duruyor. Elbette yedekleme de yapıyoruz.
  10. AYRICA şunları yapabilirsiniz... Anahtarlı uzatma kablolarından kullanın ve işiniz bittiğinde anahtarı çevirerek elektriği kesin. Yazıcı kartuşlarını bitince atmak yerine tekrar doldurarak kullanın. Yazıcıdan çıktı alırken kağıdın her iki yüzüne yazdıracak (make paper with double-side printed paper) şekilde ayarlayın. Kargo gönderirken paketleme ekipmanınızı yanınızda götürüp, kendi ekipmanınızı kullanın.

  1. Mümkün olan en az sayıda giysi, ayakkabı ve çanta edinin. Ben her satın aldığım yeni giysi için eski giysilerimden birini elden çıkarıyorum.
  2. Gereksiz ve dürtüsel alışverişi önlemek için yılda sadece birkaç defa alışveriş yapın. Alışveriş yaptığım dönemlerde gardolabımı tekrar gözden geçirip eskimiş, yırtılmış, rengi solmuş veya hiç giymediğimi fark ettiğim kıyafetlerimi elden çıkarıyorum.
  3. İkinci el giysiler satın alın. Bulunduğum bölgede insanlar giymedikleri kıyafetleri yardıma muhtaç çocuklar için çalışan bir yardım derneğine bağışlıyorlar. Tamamen yabancılardan oluşan dernek gönüllüleri bu kıyafetleri yıkayıp ütüleyip satışa sunuyorlar. Geçen hafta buradan kendim için 3 gömlek ve kızım için bir mayo, bir elbise ve bir de Crocks ayakkabı aldım. Doğum yaptıktan sonra giysi bedenim değişti. Bana küçük gelen kıyafetleri yavaş yavaş elden çıkarıyorum. Bedeni uyan ve kıyafeti beğenecek birini bulmak da bir hayli zor. Ben de kıyafetlerimi bu derneğe bağışlamaya karar verdim. Hem ihtiyacı olan birileri ucuza satın alır, hem de elde edilen gelirle çocuklar için bir şeyler yapılmış olur. Ülkemizde kıyafet takası genellikle akrabalar arasında yapılır ya da yakın çevreden ihtiyacı olana verilir. Bu şekilde ikinci el alışveriş kültürü henüz yok ne yazık ki... Oysa kıyafetlerin geniş bir çevrede el değiştirebilmesi ve ihtiyacı olana ulaşabilmesi için çok iyi bir seçenek.
    Gerçekten pırıl pırıl çok yeni kıyafetler vardı...
  4. Eğer yeni kıyafet almak zorundaysanız en az etiketli olanı tercih edin ve ayakkabı kutularını ayakkabıcıda bırakın.
  5. Kıyafetin üzerinize uyması konusunda ısrarcı olun. Eğer kıyafet üzerinize güzel oturduysa, kıyafeti giyme olasılığınız artacaktır.
  6. Alışverişe çıkarken, alacağınız giysileri taşımak için yanınızda kumaş çanta bulundurun.
  7. Hiç giyilmemiş giysilerinizi bağışlayın.
  8. Artık giyilemeyecek durumda olan giysilerinizin bazılarını temizlik bezi yapmak için ayırın ve geri kalanını da geri dönüşüme gönderin.
  9. Biraz dikişöğrenin. Mesela etek boyunu kısaltmayı veya örerek yamalamayı (darning) öğrenebilirsiniz.
  10. AYRICA şunları yapabilirsiniz... Üzerinize uymayan kıyafetleri terziye götürün ki kıyafet üstünüze uyarsa, giyersiniz. Çantanızda kumaş bir mendil bulundurun. Çantamda her zaman kumaş mendilin yanı sıra bir de yemeni vb geniş bir örtü bulundururum. Yazın başımı ya da omuzlarımı güneşten korumak, kışın boynumu sıcak tutmak için kullanabilirim. Aynı şekilde kızım için de kullanabilirim. Ayrıca yazın araba camına takıp güneşlik olarak da kullanıyorum. Kızım küçükken yemeni ile sandalyeye bağlayıp, mama sandalyesi yapıyordum.
  11. http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2011/05/bebekle-butik-otelde-yaz-tatili-yaplr-m.html
     
     
  1. Mümkün olan en az sayıda ilaç bulundurun ki böylece hangi ilaçlarınızın olduğunu görebilirsiniz. Benim buzdolabımda kızım için ateş düşürücü fitil ve şurup, eşim için ağrı kesici ve Talcid vardır. Evde başka da ilaç bulundurmuyorum.
  2. İlaç satın almanız gerektiğinde alüminyum/plastik ile tek tek paketlenmiş tabletler yerine, cam şişeler içinde veya geri dönüşüme uygun plastik şişede satılanları tercih edin.
  3. En büyük boy kavanozlu ilacı satın almayın. Aksi takdirde siz ilacı bitiremeden muhtemelen son kullanma tarihi geçecektir.
  4. Krem satın alırken plastik yerine metal tüp içinde satılanları tercih edin.
  5. Neti pot satın alın: Sadece su ve deniz tuzu ile sinüslerinizi temizler. Türkiye'de "Sinus Rinse" Burun Yıkama Kiti satılıyor.
  6. Doğal alternatifleri deneyin: Prostat için mısır püskülü yağı, kabızlığa karşı sinameki çayı veya cildi rahatlatmak için yulaf ezmesi banyosu deneyebilirsiniz. Doğal ürünleri kullandığım ecza dolabımı bir yazımda paylaşmıştım: http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2012/05/dogal-urunlerle-ilk-yardm-nasl-olur.html
  7. Kesik ve sıyrıkları, sabun ve su ile yıkayın. Plastik yara bantlarını unutun ve havayla temas ederek yaranın kurumasını sağlayın. Yumurtanın alt kısmında bulunan zarı da doğal yara bandı olarak kullanılabiliyormuş :)




  8. Antibakteriyel ürünleri kullanmayın, bu tür ürünler kötü bakterileri daha güçlü yaparlar. Ben antibakteriyel hiçbir ürün kullanmadım, kızıma da kullandırmadım. Kullanmamış olmamızın herhangi bir zararını görmedim. Ama mutlaka kullanmamız gerekirse çay ağacı yağı sürebilirim ellerime. Hem eskiden memleketim insanı her şeyi kolonya ile dezenfekte ederdi? :)
  9. AYRICA... Eğer çeşitli ve sağlıklı besleniyorsanız, vitaminlere gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını bir dahagözden geçirin. Aşırı güneş koruyucu kullanmayın, güneş koruyucu kremlerin içindeki kimyasallar da kansere neden olabilir ve ayrıca aşırı güneş koruyucu kullanmak D vitamini eksikliğine de neden olabilir. Ben de, kızım da çok çok az miktarda güneş kremi kullanıyoruz. Kızım denizde ve deniz kenarında oynarken uzun kollu deniz tişörtlerinden giyiyor. Ben de uzun kollu kıyafetlerle oturuyorum deniz kenarında. Kafamızda siperlikli şapka ve gözümüzde gözlük oluyor genellikle.



    Yüzme tişörtlerini 3 senedir Tschibo'dan alıyorum, memnunum.
    Hassas cilti olanlar için yetişkin modelleri de var.


  1. Kuraklığa dayanıklı ve yerli bitkiler kullanın. Çim yerine kısa yerli otlar ekin.
  2. Kompost için alan ayırın. "Citrus" ağacına ve kompostunuza işeyebilirsiniz. Solucan kompostu için sıvı gübre yerine geçtiği düşünülmektedir. 
  3. Paketsiz tohum bulun. 
  4. Artık istemediğiniz bitkileri (ayrıca, bahçe peyzajı için kullanılan taşları, sulama borularını, çitleri vs) ihtiyacı olanlara verin.  
  5. Yağmur suyu sensörlü (rainwater sensor) bir sulama sistemi satın alın.
  6. Yağmur suyu ve atık su havuzları yapın (öncelikle, atık su havuzunun belediye yönetmeliklerine uygun olup olmadığını kontrol edin).
  7. AYRICA... Mümkün olan en az sayıda kaliteli, metal veya ahşaptan yapılma ekipman kullanın, ki metal veya ahşapdan yapılma ekipmanlar bozulduklarında daha kolay tamir edilebilirler.

Bir de her nekadar çöpleri sıfırlamaya çalışsak da belli bir çöp atığımız oluyor. O atıkları da mümkün mertebe marketlerde çok cüzi fiyata satılan çöp torbalarına atabiliriz. Bu çöp torbalarının ağzı büzgülü ve deliksiz oldukları garanti, bu şekilde sızıntı yapıp mahallemizi kirletme ihtimallari yok. Ayrıca bu torbalar geri dönüşüme elverişli poşetler, yani çöpe gittiklerinde uygun şekilde gömüldüklerinde toprağa dönüşebiliyorlar. Bu nedenle market torbalarına rağbet etmemek gerekiyor ki zaten bazı marketler duruma uyanmışlar, özellikle minik minik delikleri olan poşetler veriyorlar.


Şimdilik aklıma gelenler bunlar..

 

Güneş Kremi Alternatifi Nedir?

$
0
0
34 aylık Kontes Kaş denizinde

Elbette kıyafettir :) Güneş kreminde mantık, derinin üzerinde bir tabaka yaratarak, gelen güneş ışığını geri yansıtmak ve derinin güneş ışığını emmesini engellemektir. Mineral koruyucular, kalın beyaz bir tabaka halinde cilde yapıştıklarından bir nevi kıyafet görevi görerek cildin güneş ışığını emmesini engelliyorlar. Nanoteknoloji ürünlerinin yani deriye sürüldüğü anda emilen, transparan kremlerin bu işlevi nasıl yaptıklarını ise bilemiyorum.

Bir de bir gün bir cilt doktoru bana "Tüm vücuda sürülen madde, ağızdan alınmış gibi olur." demişti ve o gün bir silkinip kendime gelmiştim :) Güneş kremlerinin içindeki kimyasallardan ve bunların olası yan etkilerinden bahsetmek de istemiyorum. Ama kullanacaksam bile olabildiğince az ve dar bir bölgede kullanmayı tercih ederim.

Kimyasallardan, dermatolojiden vs anlamayan biri olarak benim kafam basit çalışıyor. Eğer üzerimde kıyafet varsa, güneşe karşı korunurum. Üzerinde kıyafet olan biri güneş yanığı olmaz, öyle değil mi? 

Bir de kızım yürümeye başladıktan sonra şunu fark ettim: Eğer deniz kenarındaysak, bu çocuk tüm gün denizde. Sürekli denize çıkıp çıkıp giriyor. Bense peşinde koştururken deli gibi terliyorum. O terlemeye ve o kadar çok suya girip çıkmaya, hiçbir krem dayanmaz. Saat başı kremi tazeleyeyim desem, hem pratik değil, hem de vücuda alınan yabancı madde miktarını arttırıyor. Hele hele artık deniz kenarında yaşıyoruz. Nisan - Kasım arası denizdeyiz. Sürekli kremlenecek olsak eminim güneş kremi endüstrisi çok mutlu olurdu :)

11 aylık Kontes'in ne kadar uzun süre denizde kaldığının belgesidir :)
Ayaklar buruş buruş...


Bu nedenle kızım da, ben de güneşten şu şekilde korunuyoruz:
  • Denize girmeye mümkün olan en erken tarihte başlıyoruz. Yaz tatiline Mayıs sonunda çıkıyoruz. Şu anda deniz kenarında yaşadığımız için Nisan itibariyle denize girmeye başladık. Böylece tenimiz yavaş yavaş kararıyor, güneşin zararlı etkilerinde korunmak için pigmentlerimize fırsat tanıyoruz :)
  • Saat 11.00-17.00 arasında mümkün mertebe denize girmiyoruz. O sıralarda ağaçlık alanlara çıkıyoruz veya kütüphaneye gidiyoruz veya üstü kapalı çocuk parkında oynuyoruz veya balkonda havuz yapıp içine giriyoruz vs vs.
  • Kızım denizde koruyucu deniz tişörtü giyiyor. Bu tişörtleri Decathlon Mağazası'ndan alıyoruz her sene: http://sports.decathlon.com.tr/TR/uv-korumali-ustler-183000709/


23 aylık Kontes Bodrum'da...

  • Gölgede oynarken de eğer serinse pamuklu bir tişörtle, çok sıcaksa da ıslak deniz tişörtü ile duruyor. Kafasında da şapkası mutlaka oluyor. Çok sıcaksa denizde de şapka takıyor ve kumla oynarken de ıslak şapka ile oturuyor. Küçük bebekler için gölgelikli simitler de iyi bir alternatif.
8 aylık Kontes Antalya'da...
Yanmaması için Mayıs ayında tatildeyiz.
Üşümemesi için "wet suit" giyiyor.
Şu yazımda anlatmıştım o giysiyi...

Aniden suya girmek isteyince, tişörtü ile girmiş,
hava sıcakmış sanırım :)
10 aylık Kontes Kadırga Koyu'nda benim tişörtümü giymiş :)

22 aylık Kontes Antalya'da.
23 aylık Kontes, İstanbul Karaburun'da...
23 aylık Kontes Bodrum'da...
 
  • Yüzünü korumak için de geniş siperlikli şapka takıyor.
22 aylık Kontes Antalya'da...
Yüzünün gölgede kalan kısımları belli oluyor zaten.

23 aylık Kontes, Ordu Ünye'de...
Tişörtü biraz uzun almışız sanki? :)
  • Şemsiye ya da çadır gölgesinde oynuyor:
8 aylık Kontes Antalya'da...

11 aylık Kontes İğneada'da...

  • Yine de zaman zaman güneş kremi kullanmak gerekebiliyor. O zaman da zaten her yeri kıyafetlerle kapalı olduğundan sadece açıkta olan az bir bölgeye sürüyorum. Kullanacağım kremi önce şu siteden kontrol ederek seçiyorum: http://www.ewg.org/skindeep/search.php. Mümkün mertebe organik, yoksa mineral koruyucu, o da yoksa 20 faktörlü koruyucu kullanmak gerekiyor...
Geriye kalan zamanlarda yani sabah ve akşam saatlerinde, kızım tamamen çıplak ve özgür. Vücudu D vitamini aldıkça, bağışıklığı da güçleniyordur diye ümit ediyorum.

Düz Saç Acıtmadan Nasıl Taranır?

$
0
0


Bu konuda çok rahat ahkam kesebilirim :) Kendimi bildim bileli hızla uzayan ve gür saçlarım vardır.

Kızım da her çocuk gibi saçlarını taratmaktan hoşlanmıyor. Çocukların saçlı deri yapısı bizimkilerden çok daha hassastır ve bu nedenle daha çok acır. Ben de kızımın saçlarını rahat taranabilecek boya gelecek şekilde kestiriyorum. Kız çocuğudur, saçı uzun olsun, toka takayım, şekil yapayım diye düşünmüyorum. Büyüdükçe kendi tercihleri belirecektir, o zaman isterse saçını kendisi uzatır ve kendisi tarar. Şu anda saçı kısa olduğunda kendisi rahatça tarayabiliyor, taramak istemediğinde de saçı kötü görünmüyor. 

Benim tecrübem tamamen düz saç üzerine...

Öncelikle şunu söylemek isterim. Saç ıslakken taranmaz. Islakken taranan saç zor açılır, can acıtır ve ayrıca kırılır, zedelenir... Ben zaman zaman belime kadar gelen saçlarımı taramadan banyoya girerim, banyoda veya sonrasında da taramam. Saçım kuruduktan sonra taramaya gerek kalmayacak şekilde kendiliğinden açılmış olur zaten. Ama eğer ısrarla saçı ıslakken taramak zorundaysak o zaman en doğrusu akan suyun altında taramaktır. Bunun denemesini de pamukla yapmak mümkün. Çocuk için de hoş bir deney olur: Kuru pamuğu elimize alıp didikliyoruz, kolayca ayrılacaktır. Sonra pamuğu ıslatıyoruz, suyun altından çektiğimiz ıslak pamuğu didiklemeye çalışıyoruz; pamuğun parçalara ayrılmaya karşı direnç gösterdiğini göreceğiz. Aynı ıslak pamuğu tekrar suyun altına sokup suyun altında didiklersek, az önce direnen pamuğun, kolayca parçalara ayrıldığını görebiliriz. Saçı da aynen pamuk gibi düşünmek lazım...

Sabah uyandığınızda saç taramak gerektiğinde öncelikle sık dişli olmayan bir taraf tavsiye ederim. Ayrıca nedenini bilmiyorum ama kızım da, ben de tahta taraklarla daha rahat ediyoruz. Kendi saçınızı tarayacaksanız, elektriklenme yapmayacak bir fırça bulmak, saçınıza şekil vermek açısından daha uygun olacaktır. Ayrıca saçı tararken önce uç kısımlarını açarak, yavaş yavaş yukarı doğru taramak gerekiyor. Saçı iki gözün ortasından hizalayıp iki parçaya ayırarak taramak da işe yarıyor.

Eğer saç acıyorsa, annelerimizin önerisi: Tarağı ıslatarak saçı taramak. Hatta sirkeli su kullanırsak, sirkenin de saç yumuşatıcı etkisini kullanabiliriz. Sirkenin kokusu uçar gider, saçta kalmaz. Annem yanına bir tas koyar, tarağı içine batıra batıra tarardı saçlarımı :)

Ve son zamanların bombası: Argan yağı. Argan yağı içeren ve saç taramayı kolaylaştıran pek çok ürün mevcut piyasada. Fısfıslı ürünler de var... Ben banyo esnasında yumuşatıcı kullanmıyorum. Bunun yerine banyodan sonra saçlarıma argan yağı sürüyorum. Bu şekilde ıslakken bile taranabiliyor. Ayrıca güneşe ve deniz suyuna karşı da koruyucu etkisi var.

En son kullandığım ürün şu, kokusuna bayılıyorum:


Kaş - Limanağzı - Likya Yolu

$
0
0
Likya Yolu Hatırası :)

Fethiye Antalya arasında yaşamış olan Likya medeniyetine ait şehirleri birleştiren patika yollara verilen isim Likya Yolu'dur. Bu yolu kim akıl etmiş acaba diye meraklanınca altından azimli bir İngiliz asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çıktı: Kate Clow - Kardelen Karlı

Antalya'nın Kaş ilçesinin, Likya medeniyetindeki ismi Antiphellos'muş. Kaş'ın merkez meydanından denize bakınca sol tarafta bir yarımada görülür, orası Limanağzı Koyu'dur. Buraya kara aracıyla ulaşım yoktur. Bu koyda bulunan dört adet tesise ulaşabilmek için ya merkezden kalkan dolmuş-teknelere binip 15-20 dakika sürecek bir deniz yolcuğu yapmak ya da karadan Likya Yolu'nun 11. etabı olarak bilinen Kaş - Aparlai rotasının ilk 4,5 kilometrelik bölümü olan Likya - Limanğazı rotasını yürümek gerekiyor. Biz de sırtımıza kızımızı alıp, gidebildiğimiz kadar araba ile ilerledikten sonra takribi 3 kilometre yürüyerek Limanağzı Koyu'na indik. Yolda turist kafilelerine de rastladık..

Arabamızı bu evin önündeki geniş alana,
ağaç gölgesine park edip yola çıktık.
Likya Yolu boyunca kayalıklara ya da ağaçlara boyanmış, kırmızı beyaz
bu çizgiler doğru yolda olduğunuzu gösteriyor.

Makilerin arasındaki taşlık bir araziden ilerlemek gerekiyor.
İleride ulaşma istediğimiz Limanağzı Koyu görülüyor.

Zeytin ağaçlarının arasından ilerliyoruz.


Yol boyunca pek çok hayvan gördük. Şu ortada görülen beyaz keçi,
kendisinden yol istedim diye bana tos attı :)

Ağaçtaki kırmızı gözlü yeşil böceği görebiliyor musunuz?
Bir ara da çalılıklarda sürtüne sürtüne bırakılmış bir yılan derisi gördük. 

Fotoğrafın ortasında, denizin üstünde sarı kanatlı planör gibi
uçan bir nesne görüyor musunuz? İşte o bir kelebek :)

Tepeye ulaşıyoruz. Limanağzı Koyu arkamızda görülüyor.


Manzara muhteşem...
Biz geri dönerken, teknede güneşlenenler de bizim tırmanışımızı seyrediyorlardı :)
İniş biraz dik ve zorlu. O nedenle kızım babasının sırtına geçiş yapıyor.





Burası da koydaki dört tesisten sonuncusu, karadan gidince ilk tesis:
Nuri'nin Yeri. 


Nuri'nin yeri gözümüze bir hayli uzak görünüyor :)

Bir noktada iplere tutunarak iniş yapmak zorunda kalıyoruz.
Çok tehlikeli değil ama yükseklik korkusu olan biri için zorlayıcı olabilir.

İplerle indikten sonra bir
Anıt Mezar ile karşılaşıyoruz.

İşte Nuri'nin Yeri'ne vasıl olduk nihayet :)

Geldiğimiz yol ve Anıt Mezar uzaktan görülüyor...

Plajın genel görünüşü... Balıklar kıyıya kadar gelmişlerdi...


Mayıs ayında su henüz çok ısınmamış ama kızım girmeden duramadı...

Kızım küçükken ilk 2 sene, beş yıldızlı otellerde tatil yapmıştık. Ama şimdiki aklım olsa Limanağzı gibi arabanın olmadığı, insanların çocuklara sevecen yaklaştığı, insan nüfusunun az olduğu, havası temiz bir yerde, tahta barakalarda kalmayı tercih ederdim sanırım...

Anne Olmak Kişisel Gelişimi Nasıl Etkiler? "Şua Şua'nın Fablı, Tiyatroyu Keşfeden İnsanöncesi Kadın"

$
0
0


Eğer doğum yapmadan önce okusaydım ve hatta kızım 3,5 yaşındayken okumuş olmasaydım, bu hikayeden şu anda aldığım lezzeti al-a-mazdım muhtemelen. Ama şimdiki halimle hikayeye vuruldum, gözüm yaşararak okudum ve ilk kadından bu yana, anne olmanın hem kişiye hem de insanlığa neler kattığını bir kez daha anladım. Ayrıca hamile kalmak, doğum yapmak, lohusa olmak, eşler arasındaki ilişkiler, emzirmek, bebeğin irade kazanması ve "2 yaş sendromu" veya "Korkunç 3" denen kavramların aslında çocukla değil, anne ile ilişkili olduğu gerçeğini bir kez daha görmüş oldum:

İsa'dan on bin yıl öncesine uzanan antik bir Çin fablı insanöncesi kadın Şua Şua'nın (Xua-Xua) sıradışı tiyatro keşfinin hikayesini anlatır. Bu eski masala göre bu keşfi yapan bir kadındı, erkek değil! Erkekler sadece bu olağanüstü sanatı çaldılar ve çağlar boyunca birçok zamanda da kadınları oyuncu ve hatta seyirci olarak bile dışladılar. Bazı toplumlarda kadın rolleri bile erkeklere tahsis edilmiş ve onlar tarafından oynanmışlardır. Örneğin Şekspir (Shakespeare) zamanında genç erkekler (yetişkin olmayan erkekler) kraliçeleri oynardı! Yunan tiyatrosunda kadınların pasif seyirci olmalarına bile izin verilmezdi... Çünkü tiyatro çok güçlü ve kudretli bir sanattır. Erkekler esasında kadınların keşfettiği şeyin yeni kullanımlarını buldular. Sanatı kadınlar keşfetti. Erkekler ise onun düzenini icat ettiler: Yapıları, oyunları, oyunculuğu.

Şua Şua, kadınöncesinin ve erkeköncesinin dağlardan ovaya, kardan denize dolaştığı, beslenmek için diğer hayvanları öldürdüğü, ağaçlardan meyve ve yaprak yediği, nehirlerden su içtiği, kayalıklardaki derin mağaralarda kendilerini koruduğu zamandan yüzlerce, binlerce yıl önce yaşadı. Bu Neandertal ve Kromanyan'ın gelişinden çok önceydi. Görünüşleri, beyinlerinin ağırlığı ve zalimlikleri ile neredeyse insan olan Homo Sapiens ve Homo Habilis'ten de çok önce idi.

Bu insan öncesi varlıklar, kendilerini daha iyi koruyabilmek için sürüler halinde yaşarlardı. Şua Şua'nın en ilkel dil olan "protomundo"nun bile henüz bulunmadığı hatta sözlü bir dilin bile var olmadığı bu çağda aslında ne böyle ne de başka bir adı vardı. Şua Şua sürüdeki en güzel dişiydi ve Li Peng de en güçlü erkekti. Doğal olarak birbirlerini etkilediler. Birlikte yüzmeyi, ağaçlara ve dağlara birlikte tırmanmayı, birbirlerini koklamayı ve yalamayı, dokunmayı, sarılmayı, sevişmeyi seviyorlardı. Bir diğeri ile birlikte olmak iyiydi. Birlikte.

İki insan öncesi kişinin olabileceği kadar mutluydular.

Bir gün Şua Şua bedeninin değiştiğini fark etti. Karnı büyüdükçe büyüyordu. Karnı büyüdükçe utanmaya ve ona ne olduğunu anlamlandıramayan Li Peng'den uzaklaşmaya başladı. Li Peng'in Şua Şua'sı artık ne fiziksel ne de ruhsal olarak eski Şua Şua'ydı. Birbirlerinden uzaklaştılar. Şua Şua, yalnız kalmayı ve karnını seyretmeyi seviyordu. Li Peng ise diğer dişilerin peşinden gitti fakat asıl dişisi gibi bir tane bulamadı.

Şua Şua karnının hareket ettiğini hissetti. Tam uykuya dalmak üzere iken sağdan sola, soldan sağa kayıyordu. Zaman geçtikçe karnı büyüdükçe büyüdü ve daha çok hareket etti. Li Peng iyi terbiyeli bir seyirci gibi korku ve üzüntü ile onu sadece uzaktan seyretti. Onun akıl erdiremediği eylemlerine seyirci kaldı, harekete geçmeden izledi.

Annesinin rahmindeki Lig Lig Le (henüz bir dil bulunmamış olsa bile çocuğun adı buydu çünkü bu fabl tüm özgürlüklerin serbest bırakıldığı ve hoş karşılandığı eski bir Çin fablıdır) büyüdükçe büyüyordu fakat kendi bedeninin sınırlarını ve limitlerini tanımlayamıyordu. Bedeni derisinde mi bitiyordu? Yoksa içinde yüzdüğü rahim sıvısında mı? Lig Lig Le etrafını saran annesinin bedeninin sınırlarında mı bitiyordu? Dünya bu muydu? O, annesi ve dünya tek vücuttu, o onlardı ve onlar da o idi. Bugün bile çıplak bedenlerimizi su dolu bir küvete, yüzme havuzuna veya denize daldırdığımızda o ilkel duyguları hissetmemizin nedeni budur. Böylece bedenlerimizi tüm dünyayla birleştiririz, Tabiat Ana'yla.

Beden ve dünya arasındaki bu karmaşanın nedeni Lig Lig Le'nin duyularının henüz tam canlanmaması idi. Henüz göremiyordu çünkü gözleri kapalıydı. Koku alamıyordu çünkü o küçük sıkışık hacimde atmosfer yoktu ve nefes alamıyordu. Tat alamıyordu çünkü henüz ağız yolu ile değil göbek bağı yolu ile besleniyordu. Hissedemiyordu çünkü derisi her zaman aynı sıcaklıkta olan sıvıya değiyordu ve onunla kıyaslayabileceği başka bir şey yoktu. Tüm hisler görelidir: Bir sesi algılayabiliriz çünkü sessizliği duyarız, bir parfümün kokusunu alırız çünkü kötü kokuları koklarız.

İşitme, net bir şekilde ortaya çıkan ilk duyusuydu. Lig Lig Le, açıkça kulakları tarafından uyarılıyordu. Sürekli ritimler, periyodik sesler ve rastlantısal gürültüler duyuyordu: Annesinin ve kendisinin kalp atışları, hızla akan kan, mideden gelen sesler ve dışsal sesler. İlk net duyumları akustikti ve bu sesleri uyarlayabilmek için düzenlemesi gerekiyordu. Bu yüzden müzik en eski sanattır, en derin kökeni rahimdedir. Dünyayı düzenlemeye yarar fakat onu anlamaya yaramaz. Doğumdan önce yaratılmış, insan öncesi bir sanattır.

Diğer sanatlar diğer duyguların açığa çıkmasının ardından ortaya çıkar. Doğumdan bir ay sonra bebek, önce şekilleri sonra da detayları görmeye başlar. Ya biz yetişkinler, biz ne görebiliriz? Biz hareket halindeki imgelerin süreğen akışını görürüz. Gündelik yaşamda imgeleri sabitleştirmek ve durdurmak imkansız olduğundan bunun için plastik sanatlara ihtiyaç duyarız. Fotoğraf, sinema, izlenimcilik daha sonra hareketi durdurmak için ortaya çıkmıştır.Bu sanatlar gerçekliği dışarıdan görür. Dans ise aksine organizasyonunu destekleyecek sesleri kullanarak hareketin içine nüfuz eder ve onu düzenler. Üç sanatsal duyu şudur: İşitme ve görme ana duyuları ile oyuncular arasındaki (duruma göre oyuncu ile seyirci arasındaki) dokunma duyusu. Diğer iki duyu, tatma ve koklama, hayvansal yaşamın pratik yönü ile ilgilidir.

Parlak ve güneşli bir gün Şua Şua nehir kıyısında bir çocuk doğurdu. Li Peng hala korkarak ve harekete geçmeden bir ağacın arkasından seyretti.

Bu safi bir sihirdi. Şua Şua çocuğuna baktı fakat anlamadı. Bu cılız, küçük beden kendi bedeninin bir parçasıydı. İçinde durmuştu, şimdi dışarıdaydı ama şüphesiz o kendisiydi. Anne ve çocuk aynı ve tekti. Kanıtı da şuydu ki bu küçük beden (onun bir parçası) memesini emerek büyük bedenle birleşmek ve geri dönmek istemişti. Böylece kendine güven duydu. O her ikisiydi, her iki beden de o idi. Uzakta iyi seyirci Li Peng bunu gözlemliyordu.

Lig Lig Le büyüdü, kendi iki ayağı üzerinde yürümeyi öğrendi, ana-bedendeki süt dışında başka şeylerle beslenmeyi öğrendi. Ve aynı dönemde büyük bedene bazen itaat etmeyecek kadar bağımsızlaştı. Şua Şua çok korkmuştu. Bu, birinin ellerine dua etmesini söylemesi ama onların boks yapmaya başlaması veya bacaklarına oturmalarını söylemesi ama onların yürüyüp gitmesi gibiydi. Onun bu küçük, fakat sevgili parçası tarafından yürütülen bir isyan çıkmıştı. Anne-kendisine ve bebek-kendisine bakıyordu. Her ikisi de Şua Şua idi. Fakat onun bir parçası hileler, yaramazlıklar yapıyor, itaat etmiyordu. Li Peng onları sadece seyrediyordu. Büyük-onu ve küçük-onu seyrediyordu. Mesafesini koruyordu, sadece bakıyordu.

Bir gün Şua Şua uyuyordu. Li Peng meraklanmıştı, çünkü Şua Şua ile oğlu arasındaki ilişkiyi anlayamıyordu ve oğlanla kendi ilişkisini kurmayı denemek istiyordu. Böylece oğlan annesinden önce uyandığında Li Peng onun dikkatini çekti ve ikisi birlikte uzaklaştılar. Başından beri Li Peng kendisinin ve oğlanın iki farklı beden olduğunu biliyordu. Oğlan "öteki" idi, kendisi yani Li değildi.

Li Peng, Lig Lig Le'ye nasıl avlanılacağını ve balık tutulacağını öğretti, oğlan mutluydu. Şua Şua uyanıp küçük bedenini arayıp bulamadığında mutsuzdu. Ağladı ve ağladı. Çünkü bir parçasını kaybetmişti. Çığlıklarının duyulacağını umarak avaz avaz bağırdı fakat Li Peng ve küçük oğlan uzağa gitmişlerdi.

Ne var ki, sonuçta aynı sürüye ait olduklarından bir kaç gün sonra Şua Şua her ikisiyle yani baba ve çocukla karşılaştı. Bebek-bedenini geri almak istedi fakat o reddetti çünkü annesinin bilmediği şeyleri kendisine öğreten babası ile de mutluydu.

Şua Şua kendi bedeninden doğmuş olsa da (o kendisi idi!) küçük bedenin kendi ihtiyaçları ve istekleri olan farklı birisi olduğunu kabul etmek zorundaydı. Lig Lig Le'nin annesine itaat etmeyi reddetmesi onların tek değil iki kişi olduklarını fark etmesini sağladı. Şua Şua, Li Peng ile kalmak istemiyordu. Lig Lig Le istiyordu. Her ikisi de kendi tercihlerini yapmışlardı! Her ikisinin de fikirleri vardı. Her ikisinin de kendi duyguları vardı. Onlar farklı insanlardı.

Bu kabullenme onu kendisini tanımaya itti: O kimdi? Çocuğu kimdi? Li Peng kimdi? Neredeydiler? Karnı bir kez daha şişerse, bir dahaki sefere ne olacaktı? Li Peng'i önceden sevdiği kadar seviyor muydu? O başka dişileri denediğine göre kendisi de farklı erkekleri deneyecek miydi? Bütün erkekler Li Peng gibi yırtıcı mı olacaktı? Peki ya kendisi ne durumdaydı? Aynı mı kalacaktı? Yarın ne olacaktı? Şua Şua kendine bakarak cevapları aradı.

Bu anda tiyatro keşfedildi. Şua Şua'nın bebeği geri alıp onu tamamen kendisine mal etmekten vazgeçtiği an, onun başka birisi olduğunu kabul ettiği, kendine bakıp bir parçasını boşalttığı an. O anda o, aynı zamanda hem oyuncu hem de seyirciydi. O seyirci-oyuncuydu. Tiyatronun keşfi ile bu varlık insana dönüştü.

Tiyatro budur: Kendimize bakma sanatı.

Augusto Boal, "Oyuncular ve Oyuncu Olmayanlar İçin Oyunlar", Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2003, s. XXV-XXXI.

Çocuğun Sorunlarına Kendisinin Çözüm Bulması Nasıl Sağlanır? Forum Tiyatrosu

$
0
0


Kızım sözel oyunlara daha meraklı. Tüm günü elinde kitaplar, kitap okuma numarası yapıp kendi kendine hikaye anlatarak ya da kuklalarını oynatarak geçiriyor. Biz yetişirken, bize söylenen hep şu oldu: "Matematiğin mi zayıf? O zaman matematik dersi almalısın, zayıf yanını güçlendirmelisin.". Oysa bence tam tersi söylenmeliydi: "Edebiyatın mı güçlü? O zaman edebiyat dersi almalısın ve güçlü yanını daha da ortaya çıkarmalısın!". Ben de kızımın zayıf yönlerini yok etmeye çalışmıyorum. Ama güçlü yönlerine yönelik oyunlar oynayarak, onu daha da şevklendirmeye çalışıyorum. Bu nedenle teatral oyunlara ağırlık veriyorum. Zaten ben başka bir şey oynamak istesem de konu dönüyor dolaşıyor gene hikayelere, dramalara varıyor. Misal, eğer hamurla oynuyorsak bir süre sonra hamurdan yaptığımız balıkları birbirleri ile konuşturmaya başlıyor kızım :) Umarım ileride iyi bir edebiyatçı ya da senarist olur...

Yukarıda kapağı görünen kitabı da bu nedenle okumaya başladım. Aşağıda anlatacağım Forum Tiyatrosu çok ama çok ilgimi çekti. Kızım, şu an bu tür bir tiyatro oyunu için çok küçük. Ama ileride kendi sorunlarının çözümünü kendisinin bulabilmesini bu tür oyunlar yardımıyla sağlayabileceğime inanıyorum. Malum tiyatro insana hem kendi zayıf yönlerini gösterir, hem kişinin yabancısı olduğu insanlık halleri ile tanışmasını sağlar hem de insanı düşünmeye zorlar. Ama alıştığımız tür klasik tiyatro didaktiktir. Oysa Forum Tiyatrosu'nda seyirciler de oyuna katılıyorlar, kendi performansları ile oyunun gidişatını değiştiriyorlar ve sonuçta yapmaları gereken doğru hareketler silsilesini buluyorlar. Yani eylem halinde düşünüyorlar! Bence muhteşem. 

Ülkemizde halihazırda Forum Tiyatrosu oynanmıyor sanıyorum. Ama Forum Tiyatrosu'na oldukça yakın, interaktif bir oyun olan "Mi Minör" şu sıra çok gündemde. Meltem Arıkan'ın yazdığı ve Mehmet Ali Alabora'nın oynadığı bu oyunu "Ustream" üzerinden izlemek ve hatta oyuna katılmak da mümkün. 

Tam anlamıyla oyuncuların yerine seyirci-oyuncuların geçtiği Forum Tiyatrosu örneklerini de ülkemizde görmeyi çok isterim.

Şimdi kitabın Forum Tiyatrosu ile ilgili bölümünden bir kesit aktarıyorum:

Forum Tiyatrosu, seyircilerin oyunun gidişine yön verdiği bir oyun türüdür. Oyuna dahil olan seyirciye, seyirci-oyuncu denilmektedir.

Dramaturji
  • Metin her karakterin doğasını açıkça ortaya koymalı, hepsini kesin olarak tanımlamalıdır ki seyirci-oyuncular kolayca her birinin ideolojisini tanıyabilsin.
  • Baş kahraman tarafından ileri sürülen orijinal çözümler forum aşamasında tahlil edilecek en azından bir tane politik veya sosyal hata içermelidir. Bu hatalar, iyi tanımlanmış durumlar içinde dikkatle prova edilmeli ve açıkça aktarılmalıdır. Çünkü Forum Tiyatrosu ne propaganda tiyatrosu, ne de eski didaktik tiyatrodur. Hepimizin, bizlerin, oyuncuların ve seyircilerin birlikte öğrenmemiz anlamında pedagojiktir. Oyun – ya da model-  bir hatayı, bir yanlışı göstermelidir ki seyirci-oyuncuları, yeni çözümler bulmaya ve baskıya karşı koymanın yollarını keşfetmeye kışkırtabilsin. Biz iyi sorular ortaya atıyoruz ve seyircilerin de iyi cevaplar sunmasını bekliyoruz.
  • Amaç somut durumları (tiyatro ortamında) tartışmak olduğu sürece piyes “gerçeküstü” veya “akıldışı” olanlar dışında (gerçekçi, sembolist, dışavurumcu vb) her janrdan seçilebilir, tarz önemli değildir.

Sahneleme
  • Oyuncuların, üstlendikleri rollerin ideolojilerini, işlerini, sosyal işlevlerini, mesleklerini vs rahatça gösterebilmek için fiziksel oyunculuk tarzları olmalıdır. Karakterlerin evriminde bir mantık dizgesinin olması ve bir şeyler yapıyor olmaları önemlidir. Aksi takdirde seyirciler yerlerinde oturup forumu tiyatrosuz yapma eğiliminde olacaklardır – bir radyo forumu gibi sadece sözle (hareketsiz).
  • Her gösteri, kendi özel konusu için en uygun ifadeyi bulmalıdır: bu ya halkın genel eğilimleri ve rızasıyla ya da sunum veya ön araştırma sırasında bulunmalıdır.
  •  Her karakter “görsel” olarak öyle sunulmalıdır ki konuşma metinlerinden bağımsız olarak tanınabilir olsunlar; kostümler de seyirci-oyuncular tarafından telaşa kapılmadan, kolaylıkla giyilip çıkartılabilecek şekilde olmalıdır.

Gösteri oyunu
Gösteri, oyuncu ve seyirci-oyuncular arasında oynanan sanatsal ve entelektüel bir oyundur.
  • Başlangıç olarak gösteri geleneksel bir oyunmuş gibi oynanır. Dünyanın belirli bir imgesi sunulur.
  • Seyirci-oyunculara, başkahraman tarafından geliştirilen çözümlere katılıp katılmadıkları sorulur; büyük bir olasılıkla hayır diyeceklerdir. Daha sonra seyircilere oyunun ilk seferinde oynananla tamamen aynı biçimde ikinci kez oynanacağı söylenir. Oyuncular, piyesi tekrar aynı sona ulaştırmaya çalışacaklar, seyirciler de geçerli ve olası yeni çözümler olduğunu göstererek bu sonu değiştirmeye çalışacaklardır. Bir başka deyişle oyuncular belirli bir dünya görüşünü savunacaklar ve dünyanın olduğu gibi kalması ve olayların eskisi gibi devam etmesini garanti altına almak isteyeceklerdir… Ta ki bir seyirci-oyuncu müdahale edip var olan dünya görüşünü, var olması gerekenle değiştirene kadar. Seyirci-oyuncular arasında belirli oranda gerginlik yaratmak hayati öneme sahiptir – eğer kimse dünyayı değiştirmezse olduğu gibi kalacaktır, eğer kimse oyunu değiştirmezse aynı şekilde sonlanacaktır.
  • Seyircilere, baş kahraman bir hata yaptığında daha iyi bir çözüm üretmek için atılacak ilk adımın onun yerine geçmek olduğu bildirilir. Tek yapmaları gereken oyun alanına gidip “Dur!” diye bağırmaktır. O anda oyuncular hemen oldukları yerde pozisyonlarını değiştirmeden durmalıdırlar. İzleyici-oyuncu gecikmeden, ilgili sözü, hareketi veya anı (hangisi en kolaysa) belirterek oyunun nereden başlayarak devam etmesin istediğini söylemelidir. Oyuncular daha sonra oyuna tarif edilen noktadan başlar, seyirci artık bir başkahramandır.
  • Yer değiştiren oyuncu oyundan hemen ayrılmaz; sahne kenarında bir tür koç veya taraftar gibi durur, seyirci-oyuncuları yanlış yapmaya başlarsa onları düzeltir ve onları cesaretlendirir. Örneğin; Portekiz’de, patronu oynayan oyuncuyla yer değiştiren bir köylü “Yaşasın Sosyalizm” diye bağırmaya başladı. Yer değiştirdiği oyuncu da ona genel olarak patronların coşkulu sosyalizm taraftarlarından olmadığını açıklamak durumunda kaldı.
  • Seyirci-oyuncu, başkahramanla yer değiştirip yeni çözümler geliştirmeye başladığı andan itibaren diğer oyuncular kendini baskının ajanlarına dönüştürürler veya zaten öyleyseler baskılarını arttırırlar ki seyirci-oyuncuya gerçeği değiştirmesinin ne kadar zor olduğu gösterilsin. Bu, (yeni çözümler bulmaya, dünyayı değiştirmeye çalışan) seyirci-oyuncuların (onları engellemeye çalışan, dünyayı olduğu gibi kabul etmeye zorlayan) oyunculara karşı oynadıkları bir oyundur. Elbette forumun amacı kazanmak değil; öğrenmek ve hazırlanmaktır. Seyirci-oyuncular, düşüncelerini eyleme göre “gerçek hayat”taki durumlara hazırlanırlar. Oyuncular ve seyirciler de aynı şekilde, oynayarak, eylemleri olası sonuçlarını öğrenirler. Baskıcıların cephaneliği keşfedilir ve ezilenlerin olası taktik ve stratejileri öğrenilir.
  • Eğer seyirci-oyuncu pes ederse oyundan çıkar ve oyuncu tekrar rolü devralır; piyes hıza bilinen sona doğru ilerler. Bu sırada başka bir seyirci-oyuncu sahneye yaklaşıp “Dur!” diye bağırabilir ve tekrar nereden başlamak istediğini söyler, oyun bir kez daha o noktadan başlayacaktır. Yeni bir çözüm denenecektir.
  • Seyirci-oyuncu nihayetinde bir noktada oyuncular tarafından uygulanan baskıyı kırabilir. Oyuncular arka arkaya veya hep birlikte pes etmelidir. Bu noktadan sonra seyirciler istedikleri kişinin yerine geçip belki de oyuncuların farkında olmadıkları yeni bir baskı şeklini göstermeye çağrılırlar. Durum seyirci-oyuncunun/başkahramanın, seyirci-oyuncu/ezene karşı oynadığı oyun halini alır. Böylece baskı, ona karşı mücadelenin yollarını (eylemleri yoluyla) tartışan seyirci-oyuncuların dikkatli incelemesine maruz bırakır. Sahne dışındaki bütün oyuncular koçluk veya taraftarlık görevine devam ederek kendi seyirci-oyuncusuna yardım etmeyi ve tavsiye vermeyi sürdürür.
  • Oyunculardan biri de, jokerlik veya oyun liderliği gibi yardımcı işlevleri çalışmalıdır. Oyunun kurallarını açıklamak, yapılan yanlışları düzeltmek ve her iki tarafı da oyunu sürdürmeye motive etmek ona bağlıdır. Aslında seyircilere, eğer dünyayı değiştirmezlerse kimsenin onlar için değiştirmeyeceği ve her şeyin kaçınılmaz olarak aynı kalacağı –ki bu olmasını isteyeceğimiz en son şeydir- açık bir şekilde anlatılabilirse forumun etkisi daha güçlü olacaktır.
  • Bu araştırmanın sonunda ortaya çıkacak bilgi, zorunlu olarak belirli sosyal grupların, zamanın bu belirli anında ulaşacakları en iyi bilgidir. Joker, konferansın başkanı değildir, gerçeğin yöneticisi değildir; jokerin görevi biraz daha fazla bilenlerin bunu anlatma şansına sahip olmalarını sağlamak, biraz cesaret edenleri biraz daha cesaretlendirerek ne yapabileceklerini göstermelerini sağlamaktır.
  • Biten “forum”, “gelecek için bir eylem modeli”nin kuruluşunu önermektedir ve bu model ilk kez seyirci-oyuncular tarafından oynanır.


Forum Tiyatrosu Örnekleri

HALK KÜRSÜSÜNDEN TARIM REFORMUNA BAKIŞ

Portekiz’de, 25 Nisan 1974’ten sonra insanlar tarım reformunu kendileri ele aldılar. Bir yasanın çıkarılmasını beklemeksizin üretim yapılmayan toprakları sahiplenip üretime başladılar. Biz yazım aşamasındayken, hükümet toprakların halk tarafından bu şekilde ele geçirilmesine karşı çıkarak (onları hiç kullanmamış olan) eski sahiplerine iadesini öngören bir tarım yasası çıkarma girişimindeydi.

1.       Aksiyon
Sahne bahçede iki bankta geçer. Bir adam, Mülk Sahibi, boylu boyunca iki banka uzanmış tembellik yapmaktadır. Jose Afonso’nun Eurovision Şarkı Yarışması melodisi olan ve 50 yıllık faşist Salazar-Caetano diktatörlüğünün devrilmesi sırasında askeri hareketin başlangıcının işareti olarak kullanılan “Grandula Vila Morena” şarkısını söyleyerek kadınlı erkekli yedi kişi girer. Yedi kişi, bankalara rahat bir şekilde yerleşmiş olan Mülk Sahibi’ni bankların birisinden kaldırırlar; o kalkmasına rağmen kendileri tek bankta hala sıkışmaktadırlar çünkü çok kalabalıktırlar.

2.       Aksiyon
Başka popüler şarkılar söyleyerek işlerine başlarlar, toprağı işlediklerini gösterir mim hareketleri yapmaktadırlar. Kamu malı olan bankları ele geçirme girişimini daha da ileri götürmenin gerekliliğini tartışırlar. Bir bankı tek başına işgal eden Mülk Sahibi’nin üretimsizliğine karşı çıkarlar, ama görüşleri bölünmüştür: Bazıları onu atmak isterken, bazıları da, yeterince ileri gittiklerini, yeteri kadar toprak elde ettiklerini düşünmektedirler.

3.       Aksiyon
Bir polis, ortak banklarının 20 santimetresini boşaltmalarını emreden bir kararla gelir (geri dönüş yasası). Taraflara ayrılırlar; bazıları kabul etmekten yanadır, diğerleri değildir, çünkü şimdi verilecek bir taviz gittikçe daha çok toprağı kazanmaya çalışacak olan karşıt güçlerin zaferini onaylamak olacaktır. En sonunda pes ederler.

4.       Aksiyon
Polis tarafından korunan Mülk Sahibi, bankın boşaltışmış olan kısmına oturur. Diğer yedi kişi de geri kalan yere sıkışırlar. Mülk Sahibi, diğerlerinin ışığını engelleyen büyük bir şemsiye açar. Yedi kişi karşı çıkar. Polis, Mülk Sahibi’nin eylemini sürdürme hakkı olduğunu çünkü toprağa sahip olunsa da havaya olunamayacağını ifade eder. Grup bölünür; bazıları mücadele etmek ister, diğerleri ise elde ettikleri ile az da olsa mutludurlar ve ne pahasına olursa olsun barış istemektedirler.

5.       Aksiyon
Polis hiç kimseye ait olmayan “toprak”larda ortak bankı ikiye ayıracak bir duvar yapılması gerektiğinde ısrar eder; açıkçası, maksat bu duvarı önceki sahibinin değil de yedi kişinin yerleştiği tarafta yapmaktır. Daha çok tartışma, bölünme ve taviz. Yedi kişiden biri mücadeleyi bırakıp gider, sonra ikici, üçüncü ve dördüncü.

6.       Aksiyon
Polis yerleşimcilerin çoğunun yerleşilen toprağı boşaltmasından dolayı yerleşimin anlamsızlaştığını söyler. Sonuç olarak, son üç kişi de banktan atılır ve kamuya ait bankların eski sahibi, her iki bank üzerindeki haklarını geri kazanır.

Forum

Bu sahne Porto ve Vila Nove de Gaia’da oynandı. Gösterinin ilk gününde, açık havadaki meydanda binden fazla insan vardı. “Model” oynandı ve “forum” başladı. İkinci gösterimde birkaç seyirci-oyuncu, Mülk Sahibi’nin karşı saldırısına yönelik direnişin nasıl olması gerektiği doğrultusunda görüşlerini oynadılar. Ama en güzeli seyirciler arasından bir kadının karşı çıkışta bulunduğu andı. O sırada sahnede, aralarında, kullanılacak en iyi taktikleri- rol dahilinde- tartışan erkek seyirci-oyuncular vardı: sonunda hepsi de hemfikir olduklarına karar verdiler. Bu noktada seyirciler arasındaki kadın şöyle dedi: 

“Siz şimdi orada baskıdan söz ediyorsunuz –hepsi çok güzel; sahnedekiler, biraz önce can düşmanları olan oyuncular karşısında azıcık bile ezilmiş görünmeyen seyirciler arasından çıkmış erkeklerdir. Bu sırada hala ezilenler ise biz kadınlarız çünkü hala eskisi gibi eylemsiz biçimde oturup erkeklerin oynamasını seyrediyoruz."

Daha sonra bir erkek seyirci, birçok kadını, değişik rollerle duygularını ifade etmeleri için sahneye davet etti. Kadınlar sadece tek bir erkeğin, Polis’i oynayan oyuncunun sahnede kalmasına izin vererek öneriyi kabul ettiler. Kadının dediğine göre: “Polis bir numaralı ezen olduğundan bu rol kesinlikle bir erkek tarafından oynanmalıdır.”


İŞTE LİDER, EVDE KÖLE

Paris'te, bir bankanın elektronik muhasebe departmanı çalışanlarının grevi sırasında iş yerinde sendika lideri, evinde köle olan bir kadınla ilgili bir Forum Tiyatrosu yaptık.

1. Aksiyon
Çok fazla iş. Bir sürü müşteri. Banka kapanır kapanmaz sendikacı kadın, yoldaşlarını organize etmeye çalışıyor, yoğun telefon görüşmeleri yapıyor, randevular ayarlıyor, mitingler düzenliyor vs. Herkes onun tavsiyelerini dinliyor.

2. Aksiyon
Sendikacı kadının kocası içeri girer. Düdüğünü çalar. Kadın bir iki dakika direnir ama sonunda arkadaşlarını yüzüstü bırakarak kocası ile eve gider.

3. Aksiyon
Evde. Zevksiz ev işleriyle rahatsız edilmek istememekte ve iş sonrası uğraşları için hazırlanmakta olan kocasının her şeyiyle ilgilenir. Kadın, oyun oynamakta olan sürekli bakıma muhtaç çocuğuyla ilgilenir, onu yıkar vs. Sahne şu saptamayla biter: Kadın ailesi için tam anlamıyla bir köledir.

Forum
Foruma, baş kahramanın yerine geçen ve baskıyı kırmaya çalışan birçok kadın katıldı. Aynı zamanda kadının bankadaki iş arkadaşları da baskıcılara dönüşmüş ve kadını kocasına teslim olmaya zorlamışlardı. Kadın, kocası ve iş arkadaşlarına rağmen işine devam etmek istese de, bu sefer de, yöneticisi gelip onu işten attı. Bu durum kadın seyirci-oyuncunun olası en iyi direniş biçimini önermesine kadar sürdü: Koca'yı içeri almamak! Bu noktada Koca'yı oynayan oyuncu pes etti ve telefon etmek, duygu sömürüsü yapmak veya yalan söylemek gibi diğer baskı şekillerini deneyen seyirci-oyuncularla yer değiştirdi.

Evdeki sahne sırasında çok ilginç bir durum ortaya çıktı: Sendikacıyı oynayan seyirci-oyuncu kendisini işine öylesine kaptırmıştı ki, ne kızıyla ne de kocasıyla hiç ilgilenmedi. Banyodaki küçük kız önceleri "Anne, anne, anne..." diye bağırırken şimdi "Baba, baba, baba..." diye bağırmaya başladı. Sonunda çocukla ilgilenen ve ev işlerini yapan koca oldu!

Çocukla Gemi Turu Yapılır Mı?

$
0
0
ETS Tur'a ait, Yunan bir armatörden satın alınmış olan
Aegean Paradise gemisi

Yapılırmış, hatta çok da keyifli bir tatil olurmuş; denedik gördük :)

Yıllık tatilimiz için ETS Tur'un Yunan Adaları Turu'nu aldık. 4 gece, 5 gün süren bu tur İzmir Çeşme çıkışlı. Önce Rodos Adası'na uğruyor, akabinde bir gece Mikonos Adası limanında konaklıyor ve daha sonra Santorini Adası'na uğrayıp tekrar İzmir (Çeşme) limanına geri dönüyor.
 
 
 
Çeşme Limanı'ndan pasaport kontrolü yapıldıktan sonra saat 14.00'dan itibaren gemiye giriş yapılabiliyor. Çeşme'de tüm otoparklar ücretsiz. Ancak Liman'a en yakın otoparkın günlük 15 TL ücreti var. Bu nedenle gemi yolcularının hemen hepsi arabalarını geminin kalktığı yerin karşısındaki yolun üstüne park etmişlerdi.
 
Pasaport kontrolünden geçerken bavullarımızı teslim aldılar. Kontrolden sonra gümrüksüz malların satıldığı "duty-free" mağazası vardı. Gemi personeli soğuk su ve meyve suyu servisi yapıyordu. Gemi girişinde pasaportlarımızı gemi personeline teslim edip, karşılığında o anda çekilen fotoğrafımızın basıldığı bir gemi kartı aldık. İltica olasılığını önlemek için yapılıyormuş.
 
Gemiye girdiğimiz andan itibaren hareket başladı. Gemi içinde sürekli bir aktivite vardı. Ama gemi büyük olduğundan sakin, sessiz bir yer bulabilmek de her zaman mümkün neyse ki... Bizim aldığımız turda saat 14.00-16.00 arası 7. kat olan en üst, üstü açık katta; küçük yüzme havuzunun yanındaki "pool bar"da Latin Müzik vardı. Bilahare Samba dansçılarının akabinde dansözün çıkması ile gösteri sonlandı :) Gemi personelinin içinde Türkiye uyruklu olanlar çok az. Toplamda 400 küsur personel varmış. Hemen hemen her 2 yolcuya 1 personel düşüyor. Dansçılar ve diğer bazı personel Rus, hizmet görevleri alan personelin ise uyruklarını tam anlayamadım, ama son derece kibar ve sevecen insanlardı. Personelle İngilizce anlaşmak zorunda kaldık.
 
Keman çalan genç kadına hayran hayran bakan Kontes :)
 
 
Saat 16.00'da acil durum tatbikatı yapıldı. Can yelekleri ile tüm yolcuların bu tatbikata katılması zorunluymuş. Ama bizim odamıza kızım için can yeleği bırakılmamıştı. Birçok defa hatırlatıp talep etmemize rağmen, kızım için can yeleği temin edilmedi.
 
Can yelekleri ile yapılan tatbikat görülüyor. Evet, gemide Casino da vardı.
 
Yukarıdaki resimde görülen yer 3. kattaki Lobi. Gemi seyire başlayınca, burada da Türkçe müzik yapan bir grup çalmaya başladı. Yemeklerin yenildiği restoran ve turlara katılmak veya gösterileri izlemek için toplanılan "Show lounge" da bu katta. 4 üncü, 5 inci ve 6 ncı katlarda kamaralar var. 7. katın bir bölümü kapalı, diğer bölümünün üstü açık. Üstü kapalı bölümde küçük bir spor salonu var. Üstü açık bölümde ise hem masalar var, etrafı camla çevrili olduğundan oturup denizi izlemek mümkün; hem de küçük bir yüzme havuzu var. Yüzme havuzunun bulunduğu bölgeden 8. kata çıkılabiliyor. Bu en son yarım katın her tarafı açık ve bu katta hiçbir şey yok, koşu yapma alanı var ki Kontes epey bir turladı orayı :).
 
 
 
Çocuğumuz olduğundan biz 4 üncü katta kalmayı tercih ettik. Böylece asansör kullanmaya gerek olmadan yemeğe rahatlıkla inip çıkabiliyorduk. 2. katta bilgisayarların da bulunduğu bir kütüphane vardı. Buradan oyun almak da mümkündü. Tavla, satranç, oyun kartları ya da Monopoly gibi kart oyunları vardı. Gemiye giriş çıkışların yapıldığı en alt katta ise çocuk oyun odası (sadece akşam belirli saatlerde, bazı günler açılıyordu), Fin hamamı, Spa ve Doktor vardı. 5 günün sonunda 4. katın iyi bir tercih olduğunu söyleyebilirim.
 
Gemiye bindikten sonra 18.30'da bir bilgilendirme toplantısı yaptılar. Bu toplantıda tur programını, uğranılacak limanları, adalarda gezilmesi gereken yerleri ve ETS'nin yaptığı kara turları hakkında bilgi verdiler. Kısa sürmesine rağmen oldukça toparlayıcı bir toplantıydı. Bir de her akşam odamıza Gemi Bülteni bırakılıyordu. Seyir ile ilgili her detay yazıyordu bu bültenlerde: Kaçta nerede olacağız, ulaşım nasıl olacak, gemide saat kaçta hangi aktiviteler var vs. Bu bültenlerden çok yararlandım.
 
Rodos'a doğru hareket edilen ilk günün akşamında canlı Türkçe müzik, ödüllü Bingo oyunu, dans şovu, canlı piyano keman konseri ve en son saat 23.00'da herkesin beyaz giyindiği Latin Parti vardı. Bir dakika boş değil yahu :)
 
Odalar küçük ama konforluydu:
 
Sol tarafta görünen koltuk da açılıp kızım için yatak oldu.

 
Fotoğraflamayı unutmuşum ama geride kalan bir duvarda
4 kapılı gardrop vardı.


Klozetin karşısında bir de perde ile ayrılmış duşakabin vardı.
 
4. katta camdan görünen manzara şuydu:
 
Ama genellikle gece yolculuk ettiğimizden bu manzaraya hemen hiç bakmadık.
Yemek salonunun uç kısmındaki camlı bölgede
yemek yerken seyrettik denizi en çok...
 
Odaların tek kötü tarafı şuydu: Herhalde geminin hızını kesmemesi için oda camları açılmıyordu. O nedenle sürekli klima çalıştırmak gerekiyordu. Gece boyu klima açık yatınca hepimizin boğazı kuruyordu. En sonunda kızım da, ben de mikrop kaptık; ikimiz de hala öksürüp duruyoruz. Bir de gemi ile ilgili zorunlu bir olumsuzluk: Sürekli anonslar yapılıyordu. Kızım artık öğlen uykusu uyumuyor ama eğer uyuyor olsaydı ve anonslar yüzünden uyansaydı, epey sinirlenirdim herhalde :)
 
Bir de cam açılmadığından havlular kurumuyordu. Günde 2 defa havlu değiştiriyorlar. Ama denize girerken kullandığımız havluları odada kurutmak gerekti. Neyse ki yanıma sadece peştamal ve Decathlon mağazasından aldığımız mikrofiber havluları almıştım. Mikrofiber havlular, peştamallardan bile çabuk kurudular. Islak mayo üzerine giydiğimiz pamuklu giysiler de çok geç kurudular. Giysileri kurutmak isterken, cam da açılmadığından odanın içerisi bayağı nemli oldu. Arada kapı açık oturarak odayı havalandırmam gerekti.
 
Kızım odada çok rahat uyudu, çünkü hem klimadan dolayı serindi hem de gemi geceleri yol aldığından sürekli hafif bir motor titreşimi oluyordu. Hem sanırım gün içinde de çok yorulduğundan, gemide geçirdiği gecelerde sorunsuz ve deliksiz uyudu.
 
Gündüzleri çok az zamanı gemide geçirdik. O zaman diliminde de ya  yemekteydik, ya canlı müzik dinliyorduk ya da mini diskodaydık :) Odada geçirdiğimiz zamanda ise ya yanımızda getirdiğimiz çocuk kitaplarını okuduk ya da minik bebeklerin üstünü giydirmece oynadık. Ayrıca kızım camdan dışarı hem denize, hem adalara hem de camın önündeki yan balkonda dolaşan insanlara bakmayı çok sevdi:
 

 
 
Çocuklar için yapılan aktiviteler ve saatleri de şöyleydi (biz 9'dan sonrakilere katılamadık):
 
 
Gemide çok çocuklu aile vardı. İki çocuklu aileler de vardı. Bunun yanı sıra çocuk bakıcıları ile gelmiş aileler de vardı ve hatta bir ailenin iki çocuğuna iki farklı Filipinli bakıcı bakıyordu. İlk gece mini diskoda tek "anne" bendim, geri kalan yetişkinler çocuk bakıcısıydı :) Neyse ki ilerleyen günlerde diğer çocuklar anneleri ile geldiler. Anneanne veya babaanneyi yanlarında getiren aileler de çoktu.
 
Sonuç olarak biz memnun kaldık. Kızım keyifle anlatıyor gezi anılarını. Gene gidelim mi diyor. Demek ki o da memnun kalmış.
 
 
Kontes ve bavulu :)
 

3,5 Yaşında Çocukla Rodos Adası

$
0
0
Fotoğrafın ön planında sırt çantası ile geziye çıkmış bir genç kız;
arka planda ise ETS'nin Aegean Paradise tur gemisi görülüyor.
ETS Tur ile Rodos-Mikanos-Santorini ada turlarının ilk ayağı Rodos'tayız. Gemi sabah saat 8.00'da Rodos Limanı'na varıyor. Saat 9.00 itibariyle gemiden çıkışlar başlıyor.
 
Turun ilk gününde gemi içi program şöyle: Saat 12.00-18.00 arası iki saatte bir sinema filmi gösterimi var. Saat 19.00-21.00 arası canlı Türkçe müzik var. 19.30 gemiye son biniş saati ve 20.00 itibariyle gemi Mikanos'a doğru hareket ediyor. 21.30-23.00 arasında şov ekibinin gösterisi, 23.00-24.00 arasında canlı keman piyano dinletisi ve 23.00 itibariyle 70'li yılların müzik ve dansları ile disko parti var. Her akşam aynı saatte, çocuklar için Mini Disko da oluyordu.
 
 
Rodos'u kısaca anlatacak olursak: Rodos Ege Denizi'ndeki 12 Adalar'ın en büyüğü, 2400 yıllık bir yerleşim yeri. Rodos Adası, M.Ö. 478 yılında Atina Birliği'ne dahil olmuş. 1309 yılında St. Jean Şövalyeleri şehre geliyorlar ve böylece Bizans çağı son buluyor. Kanuni Sultan Süleyman 1509 yılında adayı Osmanlı İmparatorluğu'na dahil ediyor ve ada yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliği altında kalıyor. Halihazırda adada 3500 nüfusluk Türk azınlık bulunmaktaymış.

Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve Orta Çağ'dan kalma mahallesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndedir. Zira burası Avrupa'daki en iyi korunmuş ve en büyük Orta Çağ şehridir. Hatırlatmak istedim: UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girme koşullarından 10 tanesinden 9 koşulu taşıyan ülkemizdeki Hasankeyf baraj gölü suları altında kalmak üzere. Burası ise 10 koşuldan 3 tanesi taşımaktadır (ii, iv, v).

Rodos'un neden Dünya Mirası olduğunu anlatan levha


Rodos Adası haritası


Rodos Adası'nda yapılacak şeyler çok olduğundan ETS Tur, 3 farklı tur sunuyordu:

  1. Antik Şehir Turu: Mandraki Limanı, Mt. Smith Tepesi, Büyük Üstadlar Sarayı ve son olarak da Antik Şehir geziliyor. Mandraki Limanı'nda Antik Dönem'de Dünyanın 7 Harikası'ndan biri olan Rodos Heykeli bulunuyormuş. Şu anda heykel yok ama heykelin ayaklarının durduğu yerlerde geyik heykelleri var :) Burada fotoğraf molası veriliyor. Monte Smith Tepesi ise Antik Rodos Akropolü'nün üzerinde kurulduğu tepeymiş. Burada Apollon Tapınağı geziliyor. Akabinde surlarla çevrili olan antik şehre Porte d'Amboise Kapısı'ndan giriş yapılıyor. Antik Kent'teki en önemli Osmanlı eserleri olan Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi ve 1523 yılında inşa edilmiş olan Selimiye Camii geziliyor. Bilahare Kudüslü şövalyelerin yaşadığı Büyük Üstadlar Sarayı geziliyor. Şövalyeler Sokağı'ndan aşağı doğru inilip sağa doğru dönüldüğünde Gotik şövalyelerin hastanesi olarak kullanılmış olan Arkeoloji Müzesi, Hipokrat Çeşmesi ve İbrahim Paşa Camii görülüyor. Sonrasında Sokrates Caddesi'nde alışveriş yapılıp yemek yeniyor ve gemiye geri dönülüyor. Bu tur için toplam 4 saat öngörüyorlardı. 45 Avro
  2. Kelebekler Vadisi Turu: Mandraki Limanı, Mt. Smith Tepesi, Antik Kent, Faliraki Plajı ve Kelebekler Vadisi geziliyor. Senenin belirli bölümlerinde harikulade kelebeklerin ve diğer binlerce canlının görülebildiği, görsel olarak güzel bir bölgeymiş. Haziran ayı kelebeklerin üreme ayıymış. Bu tur için toplam 7 saat öngörülüyordu. 55 Avro
  3. Lindos Köyü Turu: Mandraki Limanı, Lindos Köyü geziliyor. Faliraki Plajı'nda denize girilip dönüşte Antik Kent geziliyor. Lindos Köyü, adanın en çok turist çeken ikinci büyük yerleşimi. Bu köyde İtalyan mimari stili ile Yunan kültürü birleşmiş. Beyaz evleri, dar parke sokakları ve mozaik döşeli merdivenleri ile bu köy bana Selçuk'taki Şirince Köyü'nü anımsattı. Köy'ün tepesinde Akropolis ve Haçlı Kalesi var. Köyün içinde de çok sevimli dükkanlar bulunuyor. Akropolün en yüksek noktası olan Athena Tapınağı'ndan Aziz Paul Koyu'nun manzarası seyredilebilir. Faliraki Plajı, Lindos'dan otobüsle 20 dakika sürüyor. Burada bir "beach club" varmış ve adanın en popüler plaj bölgesiymiş. 2 saatlik plaj keyfinden sonra Antik Şehir'e Porte d'Amboise Kapısı'ndan giriş yapılıyor. Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi, Selimiye Camii, Büyük Üstadlar Sarayı, Şövalyeler Sokağı, Arkeoloji Müzesi, Hipokrat Çeşmesi ve İbrahim Paşa Camii geziliyor. Bu tur için de toplam 8 saat öngörülüyordu. 65 Avro

Biz turlara katılmadan kendimiz gezmeyi tercih ettik. Çünkü hem çocukla birlikte tur programlarına uymak zor olabiliyor, hem de kalabalık plajlarda denize girip yüzlerce insanlar birlikte hareket etmekten hoşlanmıyoruz. O nedenle biz doğaçlama gezmeye başladık. Öncelikle indiğimiz yerden eski şehre doğru yürüdük ve yoruluncaya kadar etrafı gezdik:

Eski şehrin haritası

Rodos'taki müzelerin açılış ve kapanış saatlerini gösterir tablo.

Rodos'un ana giriş kapısı Marina Kapısı işte burası:

Marine Gate giriş kapısındaki Marine Gate ve St. Catherine's Gate adındaki ikiz kuleler.
Bu kapıdan girince merkezinde orta çağa ait bir fıskiye bulunan Platia Ippokratous var.

Doğal olarak biz o kapıdan girmedik :) Mandraki Limanı'na doğru sahilden yürüdük. En sonunda Şövalyeler Sokağı'na yakın olan bir araç kapısından giriş yaptık:
(Mandraki Limanı'ndaki Aktaion Cafe önünden City Sightseeing Train kalkıyormuş. Surların etrafında dolaşıp Monte Smith ve Akrapol'e gidiyormuş.)



Şövalyeler Sokağı'ndan yukarı doğru yürüdük:

Şövalyelerin atları ile dolaştıkları,
Şövalyeler Sokağı UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde.

Sokağın sonundaki Büyük Üstatlar Sarayı'nı gezdik. Saray, Pazartesileri 09.00-16.00 arası, Salı-Cuma 08.00-20.00 arası, Cumartesi-Pazar günleri de 08.00-15.00 arasında açıkmış.


Kızın çantası babanın eline geçmiş :) Olsun, kendi çantasını
 taşıması için fırsatlar sunmaya devam, zorlamadan :)
Kontes bu sırada benim sırtımda elbette :)

Şövalyeler zamanındaki orijinal mobilyalar bile korunmuş.

Dev aynalar da o zamanlardan kalmaymış.

Bunların da top güllesi olduklarını tahmin ediyorum.

Orayı gezdikten sonra Selimiye Camii'ne dışarıdan bir bakıp, Arkeoloji Müzesi'ni gezdik. Arkeoloji Müzesi de Pazartesi 09.00-16.00, Salı-Cuma 08.00-20.00, hafta sonları ve tatillerde ise 08.00-15.00 arasında açıkmış.

Selimiye Camii

Arkeoloji Müzesi sağda kalıyor.

Arkeoloji Müzesi'ni gezmeyi bitiremedik, çok büyüktü, harika bir bahçesi vardı. Yorulduk. Araba kiralayıp gezmeye karar verdik. Sur içindeki tek "Tourist Information Office" Arkeoloji Müzesi'nin hemen yanında. Oradan araba kiralama şirketinin yerini öğrenip Müze'nin hemen karşısındaki, fotoğrafta sol tarafta olan kapıdan sur dışına çıkış yapıp, geldiğimiz yoldan geri Marina'ya doğru yürüdük. Elimiz boş yürümek olmazdı, bir de dondurma aldık :)

Dondurmalarına ba-yıl-dım!



Gemiden indiğimiz yerin hemen karşısındaki Olympic Rent A Car'a girdik. Arabaların 45 Avro, jiplerin 50 Avro olduğunu öğrendik. Uluslararası ehliyete de gerek yoktu. 10 Avro'ya alacağımız 15 litre benzin ile tüm adayı gezebileceğimizi söylediler. Bu arada bir de turistik olmayan, uygun fiyatlı restoran tarifi aldık. Klimalı arabamıza kurulup Lindos Köyü'ne doğru yola koyulduk:

 
Kiraladığımız araba


Kalabalık plajlardan hoşlanmıyoruz. O nedenle yol üzerinde tavsiye edilen bir plajda durduk:

Burası Kalitea Plajı. Ama bu bile kalabalık geldi bize.

Biz de Kalitea Termal'ine giriş yaptık. (Terme Calitea - Quellen von Kallithea)

08.00-20.00 arası açık. 20.00'dan sonra giriş ücretsiz, gün içinde giriş 3 Avro.
12 yaşından küçüklere ise ücretsiz.

Buranın hemen altında şıkır şıkır akan bir kaynak suyu var.
Bu nedenle deniz suyu da serin.

Burası hemen girişteki küçük hamam.
İlerisinde çok büyük bir termal hamam varmış.
Ama biz oraya gitmek yerine yüzmeyi tercih ettik.

Bildiğimiz hamam kurnası
 
 
Yüzünce acıktık haliyle :) Faliraki'i geçip Kolymbia'ya gelmeden önce sol tarafta Kelebekler Vadisi'ne giden bir yol ayrılıyor. Bu yol üzerinde 7 Kaynak adı verilen şelalelerde var. Şelalelere gelmeden önce, yola sapar sapmaz yol kenarındaki restoranda yemek yedik:
 
Tsambikos Geleneksel Restoran (Taverna) Tsambikos Taverna Rhodes
Benzer isimli süper lüks lokantalardan sakınınız :)
Sıradan bir aile lokantası
Eşim salata için "Bizim evde yaptığımız salata gibi" dedi :)
Sarımsaklı ekmeğe zaten bayılırım, bu da harikaydı.
Cimcime karidesi eşim çok yağlı buldu, ben bulmuşum affetmedim :)

Okulsuz eğitim her yerde devam eder :)
Kontes kürdanlardan geometrik şekiller yapıyor.

Eşim "Buraya kadar gelmişim çupra yemem" dedi
ama ben onu da mideye indirdim :)

Avrupa'da ekmekler sarı undan yapılıyor.
Tadını çok beğeniyorum.

Acelemiz var diye tatlı söylemedik ve
lokanta sahibi tüm bunları bize ikram etti :)
Hesapla birlikte lolipop da gelince Kontes çıldırdı tabii :)
 
Sonra Lindos'a gittik. Kasabaya biraz göz attık. Şirince Köyü gibi yamaca kurulmuş, butik dükkanların olduğu şirin bir köy. Biz hızla sahile indik :) Aksi gibi tüm elektronik aletlerimin şarjı bitti. Hiç fotoğraf çekemedim. İşte örnek bir fotoğraf:
 
 
Lindos'un girişinde otobüs park yeri var. Bize arabamızı oraya park edip yürüyerek inmemizi söylemişlerdi. Ama inerken fark ettik ki yol uzun ve çocukla çıkması zor olacak. O nedenle arabayı plaja park ettik. Park yerleri ücretsiz bu arada. Akropol'e yürüyerek çıkılıyordu. Çıkanlar vardı ama hava çok sıcaktı ve biz yüzmeyi tercih ettik. Denizi muhteşemdi, hem kumluk hem de mavi bayraklı pırıl pırıl bir deniz...
 
Dönüş yolunda yemek yediğimiz restoranın önünden Kelebekler Vadisi'ne doğru saptık. Ama oldukça geç kalmıştık, yeterince gezemeyeceğimizi düşünüp adanın batı tarafını gezmeye karar verdik. Batı tarafındaki yerleşimi ve otelleri çok beğendik. Rodos'u da çok beğendiğimizden tekrar gitmek istiyoruz.
 
Akşam arabayı teslim edip gemiye girdiğimizde saat 19.00'dı ve biz sabah 09.00'dan beri yollarda olduğumuzdan çok yorgun ama çok da mutluyduk... Rodos Adası'nı biz çok beğendik.

3,5 Yaşında Çocukla Mikonos (Mykonos) Adası

$
0
0
Burada böyle Özgür Kız misali gezinmesine aldanmayın, yorulunca
yanımdaki peştamalla anneannem usulü sırtıma bağlamak zorunda kaldım.

Gemi turunun ikinci ayağında Mikonos Adası'na gittik.

Ada gece hayatı ile ünlü olduğundan tur gemisi sabah 08.00'dan ertesi sabah 06.00'a kadar Mikonos'un yolcu gemilerinin yanaştığı tek limanı olan Turlos Limanı'nda kaldı. Liman şehrin merkezine 3 kilometre mesafedeymiş. Gemide tanıtım yaparken, Turlos Limanı'ndan şehre ulaşım olmadığını, bu nedenle servis kaldıracaklarını, ancak servisin de ücretli olduğunu söylemişlerdi. Biz servis için başvurduk ama servisin sadece Eski Liman'a yani şehrin merkezine gittiğini anlayamadığımız için öncelikle plaja gitmek istediğimizi söyledik. Gemiden çıkıp, doğrudan plaja gitmek isteyenler için tek şans tura katılmakmış. Bunu da açıklamadılar bize ve tura katılmak gibi bir talebimiz olmamasına rağmen, bizi tura kaydetmişler. Ertesi gün tura katılmak istemediğimizi, sadece servisi kullanacağımızı söylediysek de kabul ettiremedik ve 3 kilometrelik yol ve 12 Avro'luk şezlong ve şemsiye ücreti olarak, adam başı 55 Avro ödemek zorunda kaldık. 09.00 itibariyle başlayıp, ertesi sabah kadar devam eden ETS Tur servisleri sabah 4, akşam 8 Avro idi. Daha sonra fark ettik ki, iniş yaptığımız Turlos Limanı Yeni Liman olarak geçiyor ve Yeni Liman ile Eski Liman arasında sık sık gidip gelen belediye otobüsleri var:


Belediye otobüslerinde çocuk ücretsiz.

 
 
Çocuklu olduğumuz için plajdan erken ayrıldık. Bu nedenle plaj ile şehir merkezi arasındaki taşıma hakkımızı da kullanmadık. Adada çok çok az (30 tane) taksi olmasına rağmen şansımıza, plaja yolcu getirmiş bir taksi bulup, adanın güneyinden kuzeyine bayağı bir mesafeyi 15 Avro karşılığı gittik. Eğer bugün tekrar aynı turla Mikonos'a gidecek olsam, iniş yaptığımız Eski Liman'dan belediye otobüsü ile plaja gider; plajdan şehrin içine giderken mümkünse taksi tutar ya da taksi bulamazsam, plajın hemen önündeki otobüs durağından otobüse biner; şehirden geminin bağlandığı limana giderken de yine belediye otobüsü kullanırdım. Hem ETS'nin sattığı turdan ve hatta hem de ETS'nin servis hizmetinden daha ucuza gelmiş olurdu. Çocuklu olmayanlar ve adanın eğlence hayatını yaşamak isteyenler içinse servis hizmetini almak daha anlamlı olabilir, birden çok gel git yapacakları, kıyafet değiştirip duş alacakları filan düşünülecek olursa... (İşte benim gibi düşünen çocuklu bir aile daha: http://www.geziyazilari.net/ex/mykonos.html)

ETS Tur'un sunduğu servis hizmetini gündüz kullanmak zaten pek de akıl karı değil, çünkü şehir merkezindeki dükkanlar da 15.00-16.00 gibi açılıyorlarmış, şehir yaşamaya akşam 20.00-21.00 civarında başlıyormuş. Henüz uyanmamış bir şehri görmek üzere doğrudan şehir merkezine gitmek istemedik biz ve önceliği plaja verdik.

Adanın tüm plajları güneydeymiş. Rüzgarı ile ünlü adada, rüzgar kuzeyden estiğinden güneydeki plajlar rüzgarı almıyor dediler bize gemide. Ama gidince gördük ki alıştığımızdan fazla rüzgar vardı. Gittiğimiz Süper Paradise plajı, nüdistlerin bölgesi olmakla ünlüymüş aslında ama o kadar çok insan akını olunca nüdistler de plajın kenarında kalan uç kısımları kullanmaya başlamışlar, meraklı gözlerden kaçmak adına. Dolayısıyla özellikle o bölgelere gidilmedikçe, çıplak dolaşan insanlarla karşılaşılmıyor. O saatte bizim gemiden inenlerden başka kimse de yoktu zaten sahilde, dolayısıyla eşcinsel çiftlerle de karşılaşmak pek olası değil.

Deniz güzeldi, kayalık plaj da güzeldi ama biz zaten Türkiye'nin en güzel plajlarının olduğu bir bölgede yaşadığımızdan bize çok da çekici gelmedi. Oysa Rodos'taki Lindos Plajı'na bayılmıştık... Burada adım başı şezlong vardı ve gemiden boşalan 250 Türk ile bir arada idik :) Biraz yüzdükten sonra şehir merkezini dolaşmak istedik. ETS Tur rehberleri, tur satın almış olduğumuz için plajda kalmamız ve merkeze giderken gene ETS Tur otobüsünü kullanmamız yönünde ısrar ettiler. Kalırsak ne göreceğimizi sorduk, saat 16.00'da bikinili kızlar ve yakışıklı erkek dansçılar gelip, masaların üzerinde çılgın danslar yapıyorlarmış :))


Super Paradise Beach

Biz çılgın danslar yapan mayolu dansçıları izlemek yerine şehir merkezini dolaşmayı tercih ettik. Öncelikle biraz adadan bahsetmek istiyorum:

Mikonos'un kendisinden çok tarihi bana ilginç geldi. Bu ada, Kiklad Adaları'nın en yoksuluymuş ve hatta gelen yardımlarla yaşıyormuş. Adada toplam 80-100 hane varmış ve ada nüfusu keçi yetiştiriciliği ve balıkçılık ile geçiniyormuş. 1960'lı yıllardan itibaren adanın koylarında çıplak denize girenler (nüdistler), eşcinseller ve gözden uzak koylar arayan jet sosyete ile birlikte turizm atağı yapmış. Şu anda tüm Dünya üzerinde en çok turist çeken adalardan biriymiş (diğerleri İspanya'nın İbiza Adası ve Kanarya Adaları). Şimdi bu her sene milyonlarca turist çeken adanın genel görüntüsünü fotoğraflarla göstermek istiyorum:
 
Adada ne ağaç ne de yeşillik var.


Ada nüfusu 10.000 kişi civarındaymış.
 
Mikonos Adası, Yunanistan'ın en çok turist çeken adası olmasının yanı sıra en pahalı adası. Ayağımdaki terlik yırtılınca, şıpıdık terliğe 30 TL vermek zorunda kaldım. Dükkanların hepsi birbirinden şık ve pahalı:
 
 
 
 
Adanın hemen karşısında, tekne ile 20 dakikalık mesafede, üzerinde yerleşim bulunmayan ama UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan ve Yunanistan'ın en zengin arkeolojik alanı olan Delos Adası var. Delos'un, Tanrı Apollon ile Tanrıça Artemis'in doğum yeri olduğu varsayılıyor. Mitolojik söylenceye göre Tanrılar Tanrısı Zeus, Leto'ya aşık olmuş. Zeus ile birlikte olan Leto hamile kalmış. Zeus'un karısı, Anatanrıça Hera'dan korktuğu için, gözlerden ırak Delos Adası'nda çocukları Apollon ile Artemis'i doğurmuş. Leto daha sonra Anadolu'ya kaçıyor. Kaş-Fethiye arasındaki Letoon antik kenti de onun adına kuruluyor. Yaz günü, o sıcakta, yanımızda çocukla dolaşmayı gözümüz yemedi. Eğer Mikonos Adası'na bir daha gidersem, sırf Delos'u merak ettiğim için giderim sanırım. Mikonos'ta Atlas Jet'in de uçtuğu küçük bir havaalanı var.
 
Mikonos çok rüzgarlı olduğundan, rüzgarın yolunu kesmek adına şehrin merkezinde yolları labirent gibi ve daracık yapmışlar.
 
 

 
 
Şehrin merkezinde dolaştıkça Yunanlılar'ı çok takdir ettim. Evlerin hepsi beyaz badanalı, iki katlı, kapı ve pencereleri mavi, yeşil ya da kırmızı boyalı, bir kısmı desenli dere çakılı kaplanmış, en fazla iki kişilik genişlikteki verandalı... Resmi binalarda bile aynı mimari forma sadık kalınmış, genel görünüme aykırı tek bir yapı bile yok! 16. yüzyıldan kalma yel değirmenlerinin bir kısmı hala işler vaziyette... Ada nasıl olsa çok turist alıyor deyip de evlerin üzerine birkaç kat daha çıkalım, yerden kazanmak için farklı şekillerde evler yapalım, turistin gözüne daha alımlı görünmek için allı pullu süsleyelim ya da bir alışveriş merkezi dikelim filan dememişler. Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi adada inşaat yapacak o kadar alan varken, ruhsatsız bir çivi çakmak bile yasak... Mikonos Adası kendi elektriğini kendisi üretiyor ve su ihtiyacını da deniz suyunu arıtarak karşılıyormuş. Çok takdir ettim.
 
 

 

 
 
 

 
 
 
Şehrin içinde dolaşırken gözümüze minik bir pastane vitrini ilişti, ürünler çok iştah açıcı görünüyordu. İçeri bir girdik ki sürpriz: Türkiye'de bulamadığımız ponçik!
 

Ummadığımız kadar lezzetliydi ponçikler.

 
Ponçik yiyerek enerji dolan Kontes, enerjisini çocuk parkında attı:
 
Bizde çocuk parklarının tabanları bile kaplanmış oluyor...
 
 
Karnımız acıkınca Küçük Venedik denilen bölgeye gittik. Burası yel değirmenleri ile ünlü:
 

O sıcak günde bile rüzgarlıydı bölge.

 
Küçük Venedik denmesinin sebebi de bölgedeki evlerin, suyun üzerine doğru uzanan balkonları ile Venedik evlerine benzemesi:
 
 

 
Yel değirmenlerinin yanından Küçük Venedik'in panoramik görünüşü...
Küçük Venedik denen bölgenin resmi adı Alefkandra. Öğlen yemeğimizi de Alefkandra Restoran'da yiyoruz:
 
Balık Çorbası: Bayıldım.
 
Salata: Tam benlikti, beyaz peyniri de beni can evimden vurdu :)
 
Etin yanına garnitür olarak sadece bezelye haşlamayı evde de deneyeceğim.
Rende kaşar peyniri, kalamarın yanında makarna yemek isteyen Kontes Hanım için :)
 
Sen ta Mikonos'a kadar git, otur domatesli makarna ye!
Vaktimiz olmadığı için sipariş etmedik ama meraklıları için böcekler de var...
 
Yemekten sonra adanın ana koyuna doğru sahil boyu yürüyoruz. Bir kere daha takdir ediyorum: Sahil yolu yapacağım diye boydan boya asfalt kaplamamışlar, yol yamuk yumuk gitmesin diye denizi doldurmamışlar, aman marina yapalım da zengin tekneler buraya gelsin dememişler, dükkanları biraz daha denize yakın yapalım dememişler! Doğal bir plaj ve küçük bir balık satış tezgahı var sadece:
 
 
Dondurma yemek için oturduğumuz dükkanın önü, işte burası adanın ana koyu: Balıkçı tekneleri ve plaj...
Denizle aranıza hiçbir şey girmiyor... İstanbul'un sahillerini düşündükçe içim cızzz etti...
  

Adanın ünlüsü Pelikan Petros ile de karşılaştık. Bu hayvana üzüldüm sanki biraz, uçmaması için ne yapmışlar acaba?
Bu arada yerlere de dikkat: Asfalt değil, kayrak taşı döşeli! Burası adanın ana koyunun önündeki sahil yolu...
 
 

 
 
Dünyanın bu en lüks, en pahalı ve en çok turist çeken adası o kadar mütevazi, o kadar samimi ki... Ada tertemiz, yerlerde tek bir çöp yok, binalar pırıl pırıl, içme suyu sıkıntısı olmasına rağmen adanın merkezi rengarenk çiçeklerle süslü ve bu bitkiler insanların özel çabası ile yetiştiriliyorlar, ayrıca eşcinsel, nüdist, jet sosyete vs vs diye insan ayırmadan herkese aynı hoşgörü ve yakınlık ile servis sunuyorlar. İşte sırf bu nedenlerle, susuz ve kayalık bir adanın üzerinde bir tatil cenneti yaratmışlar... 
 
ETS Tur rehberleri adanın merkezinde 1 saat gezintinin yeteceğini söylemişlerdi ama biz bitiremedik. O küçücük adada görülmesi gereken müzeler, sanat galerileri, mimari yapılar vardı... Neticede tadı damağımızda kaldı...

3,5 Yaşında Çocukla Santorini Adası

$
0
0
Romantik manzaraya dalıp gitmiş Kontes...

Kiklad Ada grubunda bulunan Santorini Adası, M.Ö. 1500 civarında, büyük bir volkanik patlama sonucu meydana gelmiş. Ada, mimari yapısı, mavi kubbeli beyaz kiliseleri ve romantik falez manzarası ile ünlü... Santorini aslında 5 adadan oluşuyormuş. Ana ada, Tira'nın nüfusu kışın 15.000 iken yazın 100.000 kişiye çıkıyormuş. Adayı yılda bir milyonu aşkın turist ziyaret ediyormuş.
 
Ada'da büyük gemilerin yanaşacağı bir liman bulunmuyor. Bu nedenle adayı ziyaret eden bir milyonu aşkın turistin her biri, ada yakınına gemilerle geldikleri gibi, gemilerden de adaya botlarla yanaşıyorlar. Botlardan indikten sonra iki ihtimal var: Ya Fira Limanı'na gidip, oradan teleferiklerle yukarı çıkıp, toplu taşıma araçlarını kullanacaksınız ya da ETS Tur'un tur otobüslerinin bulunduğu Athinios İskelesi'ne gidip, oradan tur otobüsleri ile önerilen turlardan birine katılacaksınız.
 
Görüldüğü gibi Fira Limanı (eski liman) denilen yer minicik bir alan. Adayı gezmek isteyenlerin bir şekilde limandan yukarı doğru çıkmaları gerekiyor.
 
 
Biz turla dolaşmayı pek sevmediğimiz için botlarla Fira Limanı'na gittik. Liman'da inince adanın yerleşim olan tepe noktasına çıkmak için 4 ihtimal var: 1. Teleferiğe binmek 2. Eşeğe binmek 4. Eşek yolundan yukarı yürümek 4. Oia Köyü'ne botlarla gitmek...
 
Teleferikte inanılmaz uzun bir kuyruk vardı. Her biri 6 kişilik, 6 adet teleferik 500 küsur basamaklık bir yüksekliğe çıkıp iniyor. Bu sürede de güneşin altında, o sıcakta beklemek gerekiyor. Çıkarken kullanmadık ama inerken Fira'dan teleferiğe bindik.
 
 
Yüzlerce kişi kuyrukta beklerken her seferinde en fazla 36 kişi yukarı çıkabiliyor.
Bir diğer ihtimal Oia Köyü'ne doğru botlara binmekti. Ama bunun için adam başı 20 Avro istediler. Gidilecek mesafe kısa olunca, o kadar para vermek istemedik:

Bot turları şu noktalara gidiyorlardı. Biz adanın kuzeyine gitmek istiyorduk.

Yürüyebilir miyiz diye baktık. Tek yürüme yolu eşeklerin de kullandıkları merdivenli yoldu. Yol zaten çok dik, 500 küsur merdiven çıkmak gerekiyor ve ayrıca eşekler sağa sola sıkıştırıp, itip kakabiliyorlar, ayrıca da yola dışkıladıkları için çok da güzel kokmuyor.


Çıkmamız gereken yüksekliğin aşağıdan görüntüsü...

Yukarı çıktıktan sonra, son merdivenin üzerindeki basamak numarasını çektim...
 
Geriye tek ihtimal eşeğe binmek kalıyordu, biz de denemek istedik. Adam başı 5 Avro verdik (çocuk hariç), eşim kızımızı Ergo Baby ile sırtına bağladı, ikimiz iki ayrı eşeğe bindik (iki erkeğin tek bir eşeğe bindiğini de gördüm, eşek demeyelim de katırdılar sanırım, çok iri ve kuvvetli hayvanlardı). Yukarı çıktığımızda terden sırılsıklam olmuştuk. Bir tarafı uçurum olan 500 küsur merdiveni eşekle çıkmak cidden yorucuydu ama çok zevkliydi. Bir daha gitsem, yine eşekle çıkmak isterim sanırım; eğlenceli bir maceraydı :)
 

Eşekten indikten sonra bu beyaz pantolonu değiştirmek zorunda kaldım çünkü diğer eşeklere sürtünmekten ve eşeğin eyerinin renginden rengi kahverengiye dönmüştü.
Fira, adanın merkez kasabasıymış. Her taraf dükkanlarla dolu. Biraz gezdikten sonra, oturup bir yerlerde dondurma ve vafıl yiyoruz.
 
 

Oturduğumuz pastanedeki garson kızdan ada hakkında bilgi alıyoruz. ETS Tur rehberleri, adanın en yüksek noktası olan İlyas Peygamber Dağı'ndan (Mt. Profitis İlias) tüm adanın görüntülenebileceğini söylemişlerdi ama garsonumuz dağın pek de ilgi çekici bir yer olmadığını söylüyor. Deniz turu için de Perissa Plajıönerilmişti. Siyah volkanik kumlarla kaplı ender plajlardan biri olması insanların ilgisini çekiyormuş. Ama biz Ünye kumsallarında siyah kumlarla sık sık haşır neşir olduğumuz için, o kısımla da pek ilgilenmiyoruz. Zaten tavsiye edilen plajlar adanın güneyinde ama gezilmesi önerilen Oia Köyü en kuzeyde, ikisine birden gidebilmemiz zamansal olarak mümkün değil. Garsonumuz da ısrarla Oia (İa okunuyor) Köyü'nü görmemizi öneriyor. Nasıl gidebileceğimizi sorduğumuzda, çok yakındaki otobüs durağını tarif ediyor. 1.60 Avro karşılığı bilet alıp, otobüsün ilk durağından otobüse binip, oturarak Oia Köyü'ne gidiyoruz.
 
Otobüsten Oia Köyü meydanında iniyoruz.
Oia Köyü bana Şirince Köyü'nü anımsatıyor. Yamaca kurulmuş, eşsiz manzaralı bir köy ve içinde dükkanlar, restoranlar var. En karakteristik özellikleri daracık taş döşeli sokakları, 60'ı aşkın mavi kubbeli kiliseleri ve Venedikliler'den kalma kale harabesi...


Büyük gemi ta ABD'den gelmiş, arkadaki küçük olan da bizim yolculuk ettiğimiz ETS Tur'a ait Aegean Paradise gemisi.



Oia Köyü, mavi kubbeli beyaz kiliseleri ile ünlü...

Adada evlenmek çok modaymış. Biz oradayken 3 farklı milletten gelinle damat gördük. Yunanlılar da balayı için bu adayı tercih ediyorlarmış.



Köyün denize kıyısı yok, tepede kalıyor. Sırf manzarası ve mimari dokusu nedeni ile bu kadar çok turist çekiyor, görünen evlerin hemen hepsi birer butik otel ve oldukça da pahalılar; inanılır gibi değil...



Bir dükkan...
Adanın kalesi görünüyor uç tarafta...

Turistler, daracık yollarda bir aşağı bir yukarı yürüyorlar akın akın...

Denize kıyısı olmadığı için otellerde havuz var...


Yel değirmenleri var...


Ada gün batımı ile ünlüymüş. Gemiye gidecek son seferi kaçırmamak için gün batımını Fira'da karşılıyoruz. Gün batımı her yerde aynı gün batımı neticede, ama sizin daha güzel görmenizi sağlayan etrafınızdaki atmosferin getirdiği ruh hali oluyor... Sokak müzisyenleri eşliğinde, büyük bir kalabalıkla güneşin batışını seyretmek gerçekten çok keyifliydi...
 

 
Dönüşte gemiye giden en son tekneye yetişebildik. Tabii tıka basa doluydu... 
 


Romantik miydi? Romantikti. Ama benim gibi denize girmeyi sevenler için bir defa görmek yeterli, ikinci defa gitmek isteyeceğimi sanmıyorum... Belki bir defa daha gidip tekne turu yapmayı düşünebilirim, kim bilir?...

3,5 Yaşında Çocukla Meis (Kastellorizo) Adası - I

$
0
0
Adanın tüm yerlilerinin oturduğu Kastellerizo Köyü Limanı'nın genel görünümü... Tipik Yunan mimarisi taş evler, evlerin boyları aynı, kapı pencere ve balkonlar rengarenk boyanmış...

Türkiye'nin Antalya'ya bağlı Kaş ilçesinden yüzerek gidebileceğiniz kadar yakınmış hissi veren Meis Adası, Yunan mutfağını tadıp sakin ve huzurlu bir gün geçirilebilecek küçük bir Yunan adası. Ada ile ilgili genel bilgiye, adanın resmi internet sayfasından ulaşabilirsiniz: http://www.megisti.gr/en/index.asp
Ayrıntılı bilgi için bkz:
 
 


Kaş'ın merkez meydanı olan Cumhuriyet Meydanı'nda bulunan Kahramanlar Turizm ve Yatçılık Anonim Şirketi'ne veya Meis Express'e başvurabilirsiniz. Her iki şirkette gidiş-dönüş ücreti olarak kişi başı 25 Avro alıyor.
 
Bu şirketlere başvurduğunuzda yabancıları, yeşil pasaportlu olanları ve Shengen vizesi sahibi Türk vatandaşlarını hemen tekneye kabul ediyorlar. Eğer Shengen vizeniz yoksa, bir vizeye uygun fotoğraf ve pasaportunuz ile birlikte başvurmanız durumunda 2-3 iş günü içine tek girişli, 5 günlük Shengen vizesi çıkartıyorlar, böylece günübirlik Meis Adası'na gidip dönebilir ya da birkaç gününüzü orada konaklayarak geçirebilirsiniz. 5 günlük Shengen vizesi için ücret 60 Avro civarında.
 
Şirkete ait Kahramanlar isimli feribot yaz sezonu boyunca haftada her gün, kış aylarında da haftanın bazı günleri sabah 10.00'da Kaş limanından hareketle 20 dakikalık yolculuk ile Meis Adası'na gidiyor, akşam 16.00'da ise geri dönüyor. Yazları ayrıca akşam 18.00'da kalkıp 24.00'te dönen feribot seferleri de mevcut.
 
Meis Adası'na indiğinizde pasaportunuzu yerel yönetime teslim ediyorsunuz, dönüşte geri alıyorsunuz. Çocuklar için de ayrı pasaport ve vize talep ediyorlar. Dolayısıyla vize ve yolculuk ücreti kişi başı toplam 85 Avro tutuyor, ayrıca bir de 15 TL yurt dışı çıkış harcı ödenmesi zorunlu (yurt dışı çıkış harcını firmalara verirseniz, onlar sizin adınıza yatırıyorlar, böylece bir de yatırma derdi ile uğraşmamış oluyorsunuz).
 
Meis'ten diğer Yunan adalarına geçmek de mümkün: Meis'ten Rodos'a (ki bu ada bir çok Yunan Adası için ana ulaşım noktasıdır) hem iki farklı feribot hem de haftanın belirli günleri uçak seferi mevcut. Fiyatı çok uygun ve yaklaşık 20 dk sürüyor. Feribotların ulaşım süreleri ise 2,5 saat ve 4 saat civarında.
 
Okulsuz eğitim kapsamında kızım feribotun kaptan köşkünde dümeni inceliyor :)

Kızımın ilgisini gören kaptanımız köşkteki aletlerle ilgili açıklama yapıyor.
 
Ada'nın tüm yerleşik nüfusu merkez köyde yaşıyor. Hemen tüm binalar da burada, hayat merkezde akıyor yani. Liman'dan genel görünüş şöyle:
 
 
Sol tarafta tepesinde Yunan bayrağı sallanan adanın kalesi ve altında kırmızı kubbeli Osmanlı'dan kalma ve şu anda müze olarak kullanılan bir camii; camiinin ön tarafındaki güneş şemsiyeli yerde de küçük bir "beach" var, denize girenler ve şezlonglar...


Yazının en üstündeki fotoğrafta limanın orta kısmı görülüyor. Tam ortada bir camii ve etrafında 2-3 katlı rengarenk binalar var. Lokanta çoğunlukla limandaki binaların giriş katında. Adada ağaç dikmek haricinde her şey yasakmış. O nedenle binaların orijinalliği korunabilmiş. Kaş'ta herhangi bir yasak olmadığından dağ taş  birbiri ile uyumsuz beton bina dolmuş. Şu sıralarda bir de küçük AVM yapıyorlar. Çok katlı binalar daha çok para demek olduğundan, tek katlı evlerin sahipleri arazilerini bina yapmak isteyenlere satıyorlar. Oysa çok katlı bina yapmak yasak olsa, müstakil evlerin değeri de otomatik olarak artacağından, kimse evlerin orijinalliğini bozmak istemez... Çok zorlu bir yolu olduğundan, Türkiye'nin nispeten bozulmadan kalabilmiş bölgelerinden biri olan Kaş ile Yunanistan'ın Türkiye'ye en yakın yeri olan 406 kişi nüfuslu Meis Adası arasındaki, 2 kilometrelik uzaklığa rağmen kültürel fark adaya ayak basar basmaz fark edilebiliyor.



Adanın en sol tarafında da büyük bir otel ve önünde şezlonglar var. Eğer otelde bir şeyler yiyip içerseniz, şezlongları ücretsiz kullanabiliyorsunuz.
 
 
Normal şezlongların yanında bir de böyle yer minderleri var... Bu pansiyonun adı Mediterraneo. Buranın yan tarafında da toplam 10 tane şezlong var zaten.
 
Adanın limanı da olan merkezde deniz ne kadar temiz diye akla bir soru gelebilir:
 
Adada deniz kirliliği olarak gördüğümüz bir tek bu oldu: Aşırı üremiş fitoplanktonların suyun kimyasını değiştiren salgıları imiş bunlar ve kirlilik olarak algılanabilirmiş. Ama görüntüsü harikaydı, o da ayrı :) Bir de bunlar limanın korunaklı iç bölgelerindeydi. Herkesin denize girdiği uç kısımlar hemen hemen açık deniz gibi olduğundan, orada böyle bir oluşum görmedik hiç.
Normalde deniz böyle görünüyor. 
 
 
Yemek yediğimiz lokantanın önünde hep balıklar yüzüyor. Yemeğini bitirip de sıkılan Kontes balıklara ekmek atarak oyalanıyor. Bizden çok ekmek yiyor bu minicik balıklar :)
 
 
 
Bir de tabii denizin temiz olduğunu en iyi kaplumbağalar bilir. Karetta kaplumbağaları da lokanta artıklarından yemek aranıyorlar liman içinde:
 
 
Tam dalarken çekmişim, ama oldukça büyük bir hayvandı, pff pff diye nefes alıyordu :) Kontes onu görünce çıldırdı tabii: Okulsuz eğitim demiş miydim? :)
 
Biz adaya indiğimizde genellikle aç oluyoruz. Adanın küçük bir pastanesi var. Ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Kızıma oradan taze sandviç alıyorum genellikle:
 
Limandan içeri doğru yürüyünce pastane solda, süpermarket sağda kalıyor. Süpermarketi de ziyaret etmenizi öneririm. AB üyesi olduklarından bazı ürünler Türkiye'den çok daha ucuz. Mesela çok sevdiğimiz küflü Danish Blue peyniri...
Kontes artık yolu da öğrendi, kendi kendine gidiyor pastaneye :)
 
 
Şu sağ altta görülen susamsız, sert hamurdan simitler eskiden İstanbul'da da vardı, çok severdim çocukken, artık bulunmuyor ama :(

Kekler, pandispanyalar hep poşette.

Pastanenin hemen yanındaki çocuk parkında, Kontes'in bünyeye soktuğumuz karbonhidratları yakıyoruz :)
 
Adadan biraz genel görüntü göstermek istiyorum. Aslında en fazla yarım saatte dolaşılacak kadar küçük ama biz her seferinde turlayıp duruyoruz adayı, kızım bayılıyor :) (Bebeği ile birlikte adada konaklayan ve bizim gibi adadan çok mutu ayrılan bir ailenin yazısı için bkz: http://www.dunyayigezmek.com/meis-adasi/)
 
Bu balkonların hastasıyım. Meis Adası hep restore edilmiş eski evlerden oluştuğundan,
her birinin harika balkonları var.

Bu balkonlardan Kaş'ta da var ama bir elin parmakları kadar, özenle arayıp bulmak gerekiyor :(
Kaş'ta çok az balıkçı var. Lokantalar dışında, balıkçıdan taze balık bulmak çok çok zor. Meis'in temel geçim kaynağı ise balıkçılık. Lokantalarda bunu aklınızda bulundurun :)

Savaşlardan önce burası büyük bir şehirmiş. Sonra büyük göç olmuş. O nedenle evlerin büyük kısmı terk edilmiş.


Otların dilinden anlayanlar için adada gezerken çeşitli otlar bulmak mümkün.

Biz kızımızla gezerken fazla koşturmaktan hoşlanmıyoruz. Neticede amaç olabildiğince fazla şey görmek değil, içimize sine sine, konuşa güle gezmek eğlenmek. O nedenle yavaş yavaş dolaşıyoruz. Meis Ada'sında bir gün içinde öncelikle limanın sol tarafında indiğimiz yerden yani Kavos Burnu tarafından  1755 yılında yapılmış Osmanlı Camii önünden yürüyüşümüze başlıyoruz. Limanın ortasına gelince pastaneye uğrayıp limanın diğer ucundaki otele kadar yürüyoruz. Sonra köyün iç taraflarına doğru dolaşmaya başlıyoruz. Daracık ara sokaklarda geziyoruz. Dağda bayırda otları inceliyoruz. Geri gelip limanda yüzüyoruz, bir şeyler yiyoruz. En on Duty Free'den alışverişimizi yapıp, feribota biniyoruz. Ama adada yapılacaklar henüz bitmedi...



Ada ile ilgili daha çok fotoğraf için bkz: http://www.bing.com/images/search?q=castellorizzo&FORM=BIFD#a

3,5 Yaşında Çocukla Meis (Kastellorizo) Adası - II (Mavi Mağara)

$
0
0
Mavi Mağara: http://en.wikipedia.org/wiki/Blue_Cave_(Kastelorizo)

Meis'te görülmesi gereken en temel yerleri hızlıca gezmek için plan şu: Sabah adaya iner inmez bir deniz taksisi ile anlaşılıyor. Sonra aşağıda görülen merdivenlerden yukarı doğru tırmanıp gitgide artan eğimli yolda sabah sporu yaparak St. Jean Şövalyeleri'nden kalan ve adanın adını, üzerinde inşa edildiği kızıl kayalardan aldığı kaleye varılıyor.



Kalenin sadece dış duvarları sağlam kalmış ama kaleden görülen manzara muazzam.


Liman kaleden bakıldığında böyle görülüyor:

Blue Star Ferries, Rodos Meis arası işleyen bir feribot. Adanın limanı dar olmasına rağmen çok derinmiş. Bu nedenle antik çağlardan beri büyük gemilerin geldikleri doğal bir limanmış.
Bu fotoğrafta da limana en yakın plaj olan Mandraki Koyu'nun kaleden görüntüsü görülüyor. Meis'in plajları da Kaş'ınkiler gibi çakıllı.
Kaleden bakıldığında Mandraki Plajı'nın hizasında sol tarafta kalan adada yer alan plajın adı da: Aya Yorgi Plajı.

Kaleden aşağı inerken adanın müzesine gidilebilir. Zira müze 1399-1522 yılları arasında çıktığımız kalenin dış istihkam duvarları arasında yer alıyormuş. 1522-1912 arasında da Osmanlı yönetiminin merkezi olarak kullanılmış. Müzenin adadaki ismi "Konaki". Müzede adanın antik zamanlardan günümüze kadarki tarihinden kalıntılar, adanın eski ihtişamlı günlerine ait fotoğraflar vs sergileniyor. Ama benim en çok geleneksel kültürlerine, folklörlerine ilişkin objeler çekti.

Yöresel kıyafetlerinin Anadolu kadın kıyafetinden çok da bir farkı yok.

Hakeza, yer yatakları ve yastıkları da Anadolu'dakilere çok benziyor.

En son dantelleri gördüm, belki örneğini çıkarmak ister diye annem için fotoğrafladım :)
Dantel kültürü diğer ülkelerde hemen hemen hiç yok.

Eskiden kapılar ahşapmış, omuz atsan kırılacak türden. Artık evlerin içinde o kadar değerli şeyler saklıyoruz ki, kapılarımızı da demirden çelikten yapıp, kat kat da anahtar koyuyoruz...

Bu da yöresel erkek kıyafeti, efelere benziyor...

Müze ücreti 2 Avro.

Müzeden çıktıktan sonra deniz taksisi ile Mavi Mağara'ya gidilebilir:

Biz Kostas'ın taksisine biniyoruz. Bizi önce Mavi Mağara'ya götürüp,
sonra Aya Yorgi Plajı'na bırakıp sonra da oradan alıp
 limana geri getirmek için adam başı 50 Avro istiyor.

Meis'teki Mavi Mağara'yı ziyaret edecekseniz sabah saatlerinde gidilmesi gerekiyor çünkü saat 10.00-11.00 gibi sular yükselmeye başlıyormuş. Ama günübirlik turlarla zaten 10.30'dan önce Meis'te olmak ve dolayısıyla 11.00'dan önce Mavi Mağara'ya ulaşabilmek mümkün değil. Bu durumda olabildiğince küçük bir motorlar sizi taşıyacak bir kaptanla anlaşmanız gerekiyor ki yukarıda görülen daracık delikten girebilesiniz. Bir ikinci ihtimal de mağaraya yüzerek girmek ama aslında çok tehlikeli. Çünkü içeriden çıkış yapan motorların kaptanları da tekne içine tamamen uzanmak zorunda kaldıklarından, mağara kapısı önünde yüzenleri görebilmeleri mümkün değil. Dolayısıyla bir kaza olması içten bile değil.

Fotoğraf http://www.dunyayigezmek.com/meis-adasi/ adresinden alınmıştır.

Fotoğraf http://www.dunyayigezmek.com/meis-adasi/ adresinden alınmıştır.



Ortada görülen mini motor Kostas'ın taksisi.
Sağdaki masalar ise Kostas'ın oğluna ait restoranın masaları.
Hız motoru ile zıplaya zıplaya ve suratımıza su damlaları vura vura yolculuk yapmak çocuklar için çok farklı ve heyecanlı bir deneyim oldu. Hele hele Mavi Mağara'nın kapısından geçmek için motordaki herkesin yere uzanması ve mağaranın içindeki fosforlu mavi renk, çocukları da bizi de çok heyecanlandırdı. Hele bir de fok görebilseydik tam olacaktı...

Mavi Mağara: Güneş ışıkları mağaranın içine deniz dibinden yansıyarak girmekte ve mavi parlak fosforesson rengi meydana getirmektedir.
Mavi Mağara'dan sonra, kaleden gördüğümüz Aya Yorgi Plajı'na gidiyoruz:

Aya Yorgi (Saint George) Plajı çok sessiz sakin. Plajda yemek yenilebilecek, duş alınabilecek ve şezlonglarından yararlanılabilecek bir tesis var. Tesisi işletenler de Türk. Denize merdivenle iskeleden giriliyor.

Biraz yüzdükten sonra fotoğrafta sağda görülen alan sığ ve kumluk, ayrıca minik minik kumsalları var. Kontes orada oynamaya deli oldu, zor ayırdık. Tüm bir günü orada geçirebilirdik sanırım.

Fotoğrafın sol tarafından açık yeşil renkte görünen ve insanların yüzdüğü alan da
bir buçuk metre civarında ve kumluk bir alan.

Yunan adasına gidip de deniz ürünü yemeden olmaz. Karavida isimli deniz böceği ve cimcime karides denen ve kabuğuyla yenen karidesleri çok meşhur. İlk defa gördüğüm Akdeniz balıkları da var. Kaş'ta balıkçılık hemen hemen ölmüş, taze balık bulamıyoruz. Oysa burada insanlar avlanmaya devam ediyorlar ki turizm gelirleri Kaş'tan fazlaymış. 


Kontes neredeyse kendisi kadar olan balığın ağzını, dişlerini inceledi durdu...

İşte cimcimeler :)

Kurutulmuş ahtapot da Yunan adalarının bir diğer spesiyalitesi...

Mythos birasını içip de beğenmeyen yok. Kalamarlar tazecik, çok lezzetli. Ama boşuna tarator sos sormayın, Yunanistan'da kalamarın yanında sadece limon geliyor.

Izgara karides...

Böcekler, balıklar :)))

Yemek yemek için Paragadi Restorant'ı tercih ediyoruz. Nedeni ise garsonu :) O kadar tatlı bir garsonları var ki önerilen diğer yerleri reddedip ısrarla burada yemeye devam ediyoruz. Paragadi Restoran, Kostas'ın oğlunun restoranıymış. Kendisiyle de tanıştık. Hoşsohbet kibar bir adam. Çok beğendiğimiz ve bizi müdavimleri yapan garson kız ise baldızıymış. Adı Atiri. Yunanistan'da İngilizce öğretmenliği okuyup, atanamayınca adaya çalışmaya gelmiş. Yunanlılar Türkler'e ne kadar çok benziyor, değil mi? :) Garsonun peşinden restorana giden bir tek biz değilmişiz, bu garsonu beğenen bizden başka Türkler de varmış:


http://sivaspostasi.com.tr/meis-adasinda-paragadi/
http://www.sandaletliseyyah.com/2012/12/meis-adasi-kas-ekim-2012_28.html


Yemekten sonra "Frappe" içmek bir gelenek olmuş artık Yunan adalarında, hani neredeyse milli içecek olmuş. Ama Yunan kahvesi isterseniz de güzel bir Türk kahvesi içebilirsiniz :) Duty Free'ye girerseniz Jaegermeister fiyatlarına bir göz atın, gerçekten ucuz. Lokantada ödenen fiyatlar da Kaş'a nazaran çok ucuz, hafta sonları sırf yemek yemeye Meis'e gidenler var. Ayrıca naktiniz biterse üzülmeyin, adada Türk Lirası da geçiyor.
Meis'te tekne ile gidilebilecek yerler de var.

Meis aslında küçük bir ada ama gezmeye, yüzmeye, deniz canlılarına meraklı olanlar için yapacak çok şey var. 3-4 gün bile yetmeyebilir. 

Moskova 2,5 Yaşında Çocukla Gezilir Mi? (Ağustos 2012)

$
0
0

Bu sorunun cevabı şu değişkenlere bağlı sanırım:
  1. Moskova'da nereleri gezmek istiyorsunuz?
  2. Yeni bir şeyler öğrenmeye hevesiniz ve dile yeteneğiniz var mı? :)
  3. Maddi durumunuz taksi ile dolaşmak ya da araba kiralamak için uygun mu?
Rusya, tıpkı Hindistan gibi, ya sevilen ya da nefret edilen ülkelerden. Kimisi o ülkelerin bağımlısı olur, kendi ruhuna yakın bulur; kimisi ise olumsuz yönlerinden başka bir şey göremez, gittiğine gideceğine pişman olur. Ben Rusya'yı ve Rus insanını seviyorum, ama başkalarına önerirken çekimser davranıyorum. Rusya zor bir ülkedir çünkü; öyle kibar Avrupa ülkelerine benzemez :)

Yukarıdaki soruların cevaplarına gelince:
  1. Eğer sadece belirli turistik merkezleri dolaşmak istiyorsanız, pek de sorun yaşamazsınız. Sultanahmet ve Taksim meydanlarını dolaşan bir turisti düşünün. O bölgelerde sorun olmaz ama Beylikdüzü'ndeki fuar merkezine gitmek isteyen turist muhakkak zorlanacaktır. Aynı mantık :) Ruslar bize çok benziyorlar.
  2. Moskova'da dünyanın en gelişmiş metro ağlarından biri var. Hemen hemen her sokakta bir metro girişi bulmak mümkün. Metro ile gidemeyeceğiniz yer  sınırlıdır. Ama metroyla ilgili bir sorun var: İngilizce yönlendirme yok. Metro içindeki tüm panolar krill alfabesinde yazılmış. Ben Rusça bildiğim için sorun yaşamadık, eşim de ikinci gün krill alfabesini çözmüştü. Ayrıca eşim, ayfonda (i-phone) bulduğu latin alfabesi ile yazılmış ve hangi metro durağında binip, kaç durak gittikten sonra nerede inmemiz gerektiğini gösteren bir programı da kullanıyordu. Ama krill alfabesi okuyamayan, teknolojiden de destek almayan birinin elini kolunu sallayarak metroda dolaşması zorlayıcı olabilir :)
  3. Moskova'da, diğer pek çok büyük şehirde olduğu gibi iki tür taksi var: Taksimetresi olan taksiler ve normal arabalarını taksi olarak kullananlar. Normal taksi az bulunuyor ama yola çıkıp elinizi uzattığınızda önünüzde bir araba duruverir hemen. Yakın mesafeye 200, uzak mesafeye 500 rubleye götürürler. Hangi mesafeye, ne kadar ödemeniz gerektiğini otel resepsiyonundan öğrenebilirsiniz.
Moskova'da metro, trafiğe takılmadan, rahat ve ekonomik seyahat etmenin en kolay yolu. Eğer bizim gibi metroyu tercih edecekseniz, yanınıza bulabildiğiniz en hafif baston puseti almanızı tavsiye ediyorum. Zira metroya iniş çıkışlarda pusetli yolcular düşünülmemiş. Garip bir engelli rampası var, tekerlekli sandalyelere göre yapılmış ama üzerinde puset gitmiyor. Yazıyla anlatmak zor oluyor, fotoğraflarla göstermeye çalışayım:


Rampanın ortasında merdiven boşluğu var.

Pusetin tekerlekleri arasındaki genişlik rampanın genişliğine uymuyor.

Üstelik metro girişine inen alt geçitlerde ve duraklar arasındaki transit geçişlerde yürüyen merdiven de yok:

Baba puseti indirmeye çalışırken, Kontes firar etmiş kendisi iniyor merdivenleri :) İnerken bu kadar istekli olan Kontes, iş merdiven çıkmaya gelince pek de hevesli olmuyordu elbette.

Eee, sonuç olarak kabak döndü dolaştı annenin başında patladı:

Tüm gezi boyunca Kontes sırtımdayken kaç kilometre yürüdüm emin değilim,
kendi rekorumu egale etmiş olabilirim :)



Bu kadar merdivenden çocuğu çıkardığınız gibi bir de puseti çıkarmanız gerekiyor.

7 gün kaldık Moskova'da ve 20 ve 10 geçişlik metro kartları aldık. Toplamda 2 sefer şehir içinde taksi kullandık, onun haricinde hep metro ile gezdik ve bir haftada 30 geçiş yetti bize. Kartları ve fiyatlarını şuradan görebilirsiniz: http://engl.mosmetro.ru/pages/page_0.php?id_page=8

Metro bileti satan teyzeler Ruslar'ın çoğu gibi İngilizce bilmiyorlar ama yine Ruslar'ın çoğu gibi iyi niyetliler, derdinizi anlamaya ve size yardım etmeye çalışıyorlar. Eğer derdinizi anlatmayı başarabilirseniz (mesela bir not kağıdına 20 yazabilirsiniz) kartınızı verip, paranızın üstünü de eksiksiz geri verirler.

 

Rusya'da hava 9 ay buz gibidir. Biz Ağustos'un ikinci yarısında gittik. Hava bazı günler sıcak, bazı günler serindi. Genel olarak 22 derece civarındaydı. Ara ara da yağmur yağdı. Gitmeden önce 1 haftalık hava durumunu öğrenmiştik. Yanımıza hem kısa kollu, hem uzun kollu kıyafetler aldık. Her birimiz için birer yağmurluk, küçük bir şemsiye ve kızımın puseti için de yağmurluk almayı ihmal etmedik. Gerçi otelde ücretsiz şemsiye hizmeti varmış. Şemsiyeyi taşımamıza gerek yokmuş. Ayakkabı olarak da hem sandalet hem de spor ayakkabı aldık.

Daha önce AFS Bursu ile Rusya'ya gitmiş, Rus bir aile yanında bir sene yaşamış ve lise son sınıfı kaldığım kasabadaki Rus Devlet Lisesi'nde okumuştum. Rusya'nın bende her zaman özel bir yeri vardır. O nedenle çok tarafsız bir yazı yazamamış olabilirim. Güzellik bakan gözdedir demişler, Rusya benim için her zaman ve her koşulda güzel :)

    Moskova Metrosu'nda Hangi Duraklar Görülmeli? Moskova Metro İstasyonları Turu

    $
    0
    0

    Metro istasyonları çok derine inşa edilmiş.

    Moskova Metrosu'nun resmi internet sayfası burada: http://engl.mosmetro.ru/

    Moskova metrosunuher gün 8 milyon kişi kullanmaktaymış. New York ya da Londra metrolarının çok çok üstünde kalabalığı ile dünyanın en yoğun kullanılan 3. metrosu. İstasyonlar savaş sırasında sığınak olarak da kullanılmak üzere tasarlanmışlar ve bu nedenle çok derindeler.

    Metro istasyonu sığınak olarak kullanılırken...

    Kontes, İstanbul'da hiç metroya binmemişti. 18 aylıkken bindiği Londra metrosunu ise hatırlamadı. Moskova metrosuna ilk girişte sesten çok korktu, metroya binmek dahi istemedi (zira araçlar eski olduğundan istasyonlarda ciddi gürültü var). Ama sonra yavaş yavaş alıştı. Seslere karşı hassas olan bebekler, istasyonlardaki yüksek gürültüden rahatsız olabiliyorlar. Ama metronun içi o kadar renkli insan tiplemeleri ile dolu ki, binince tüm korkuları geçiyor :)

    Metroyu kullanmak istiyorsanız, sokaklarda Moskova metrosunun kırmızı ve uçları sivri M harfini aramalısınız. Bu M'yi gördüğünüz yerde ya bir giriş kapısı ya da girişe giden bir alt geçit mevcuttur:




    Moskova metro haritasını otel resepsiyonundan temin edebilirsiniz:

    Çıktısını almak istiyorsanız şuraya tıklayın

    Daha sonra ya biletçi teyzelerden (yabancı dil bilmiyorlar) ya da akbil doldurma makineleri gibi makinelerden (yabancı dil ayarı var) bir bilet alıp, gişelerden geçmeniz gerekiyor.

    Evet, görevlilerin hepsi kadın. Büyük ihtimal yabancı dilleri yok ama yazarak anlaşmaya çalışırsanız, yardımsever yaklaşacaklardır.

    Sesinizi minik bir delikten duyurmanız gerekiyor.

    Solda gişeler ve bilet makineleri, sağda ise turnikeler görünüyor.

    Metro haritası ve bilet makineleri


    Turnikelerden biletsiz geçmeye çalışırsanız, sondaki delikten bir kol çıkarak yolunuzu kesiyor :)

    Metro istasyonlarının bir kısmı, özellikle ilk yapılanlar bir sanat galerisi güzelliğinde. Turistler için sırf istasyon gezileri düzenleyen turlar var. İşte Moskova Metro İstasyonları Turu:



    1. İlk durağımız kırmızı hat üzerine bulunan Komsomolskaya (1935- mimar D. Çekulin): Metro yapım çalışmalarına Kızıl Ordu ve Komünist Gençlik Birliği'nin (Komsomol) 13.000'den fazla üyesi de katılır. Bu istasyon da onların anısına ithaf edilmiştir. Burası üç tonozlu, gül pembesi mermer sütunlu ve derin olmayan bir istasyondur. Üç farklı istasyona geçiş imkanı sağladığından, yoğun yolcu akışını dağıtabilmek için balkonlu olarak dizayn edilmiştir. Yevgeni Lanseray tarafından İtalyan çinilerinden yapılmış olan fayans paneli "Metro İşçileri" Leningradskiy ve Yaroslavskiy İstasyonları'na giden çıkıştadır. New York Dünya Fuarı'nda ödüllendirilmiştir. Aynı isimde kahverengi daire üzerinde bulunan istasyon ile karıştırmamaya dikkat etmek gerekiyor.


       
    2. Oradan Krasniye Vorota'ya yani Kırmızı Kapı istasyonuna geçiyoruz (1935, mimar I. Formin): Burası sütunlu ve neo klasik tarzda düzenlenmiş derin bir istasyondur (31 metre) ve kırmızı renkli hat üzerinde bulunmaktadır. Bu istasyon da Paris Dünya Fuarı'nda birincilik ödülü almıştır (1938). İki girişi bulunan istasyonun güney girişi görülmesi gereken bir mimariye sahiptir. Kuzey girişi ise (1954) doğrudan Demiryolu İnşaatları Bakanlığı'nın bodrum katına bağlanmaktadır.

    Solda giriş kapısı görülüyor...




    3. Sıradaki istasyon Biblioteka İmeni Lenina (Lenin Kütüphanesi) (1935, mimar A. Gontseviç ve S. Sulin): Tek tonozlu ve derin olmayan bir istasyondur. Savaştan önce tabanı parkelerle örülüymüş. Daha sonra asfaltlanmış ve şimdi ise granitle kaplı bir tabana sahip. Geçidin Borovinskaya'ya giden merdivenlerin olduğu sol tarafındaki duvarda antik okyanus faunasının izlerini görebilirsiniz (300 milyon yıllık).




    4. Bir sonraki durağımız ise Kropotkinskaya(Peter Kropotkin anısına)istasyonu (1935, mimar A. Duşkin): Bu istasyon ise lotus çiçekleri şeklindeki sütunları ile Karnak'taki Antik Mısır'a ait Amon Tapınağı'nı andırıyor. Sütunların tepesinde tavana doğru yıldız şeklinde ışık sızmaktadır. Yazarak anlatması zor oluyor, aşağıdaki fotoğraf ne demek istediğimi daha iyi anlatıyor :) Tünel duvarlarının diplerini dekore etmek için kullanılan siyah mermerin de sıra dışı bir görüntüsü var. Bu istasyon çifte ödüllü: SSCB Devlet Ödülü (1941) ve Brüksel Uluslararası Sergi büyük ödülü (1958). İstasyon ayrıca UNESCO tarafından dünyanın en tanınan anıtlarından birisi olarak kabul edilmiştir (New York'taki Özgürlük Heykeli gibi).




    5. Beşinci durağımız Vorobyevı Gori yani meşhur Serçe Tepeleri (1959, mimar M. Bubnov ve diğerleri): En eğlenceli istasyonlardan biridir. Öncelikle konumu çok özeldir, zira nehir üzerinden metronun geçmesi için kurulan iki katlı Lujnetski metro köprüsünün alt katındadır (2 km uzunluğu ile Moskova'nın en uzun köprüsüdür). Ayrıca duvarları da çok özeldir, zira duvarlar camdan yapılmıştır. Camdan sütunların içinde Moskova'nın çeşitli panoramalarını seyredebilirsiniz. Bu metro istasyonu aynı zamanda, 270 metre uzunluğu ile şehirdeki en uzun istasyondur.


    İki katlı Lujnetski metro köprüsü

    Sophia Loren, Serçe Tepeleri metro durağında :)

    Arkada görünen teyzelerin kıyafetleri o günden bugüne hiçbir değişiklik göstermemiş :)

    6. Şimdi kahverengi halka üzerindeki Kiyevskayaistasyonuna gidiyoruz (1954, mimar L. Lillie ve diğerleri): Bu istasyonda 18 sütun vardır. Sütunların her biri kobalt ve diğer değerli taşlarla yapılmış alçı işleri ve mozaik panolarla bezelidir. A. Mizin tarafından yapılan bu eser Rusya ve Ukrayna'nın bütünlüğüne adanmıştır.


    Orta salonun genel görünüşü

    Yolcular

    Asker


    Fresklerdeki kadınların çoğunun başlarının kapalı olduğuna dikkatinizi çekerim. Muhafazakar Ruslar kadınların başlarının kapalı olması gerektiğine inanıyorlar. Bu nedenle kiliselerine de başı açık girilmiyor.


    7. Ve şimdi de mavi hat üzerindeki Kievskaya istasyonuna transit geçiş yapıyoruz (1953, mimar L. Lillie ve diğerleri): Orta salonda, Ukrayna'daki mutlu hayatı sembolize eden 24 adet muhteşem parlaklıkta fresk vardır.



     


    8. Mavi hatta geçmişken kahverengi dairenin dışında olan, yakın tarihte inşa edilmiş bir istasyona gidiyoruz Park Pobediyani Zafer Parkı (2000, mimar N. Şumakov ve N. Şurigina): Bu istasyon, Moskova Metrosu'nun en derin istasyonudur (yürüyen merdivenler 126 metre uzunluğundadır). İki paralel koridor 1812 ve 1941-45 yıllarında gerçekleşen iki vatansever savaşın anısına dizayn edilmiştir. Koridorları, T. Tsereteli tarafından yapılmış ve metal üzerine mine ile renklendirilmiş paneller süslemektedir.




    Bebekle dolaşması uzun sürebilir ve yorucu olacaktır demiş miydim? :)
    Bu güzelliği görebilmek için yakına yürümeniz gerekiyor.

    Rusların bu renkli tarzlarına bayılıyorum.
    9. Şimdi de en sık ziyaret edeceğiniz duraklardan birine gidiyoruz Arbatskaya (1953, mimar L. Polyakov): İstanbul'daki trafiğe kapalı İstiklal Caddesi gibi trafiğe kapalı ve Moskova'nın göbeğindeki en ünlü caddesidir Arbat. Kızıl meydana yakındır. Gezmek, yemek ve alış veriş yapmak için bu caddeye mutlaka uğrayacaksınız. Bu caddenin altında yer alan Arbatskaya metro istasyonu, barok tarzında, sütunlu ve derin bir istasyondur. Eliptik olarak düzenlenmiş sütunlar, kemerli (tonozlu) Rus odalarını hatırlatacak bir kompozisyon meydana getirmektedir. Sütunlar arasındaki boşluklar da dekoratif kemerler gibi tasarlanmıştır. Metal avizeler ise istasyona ağırbaşlı bir hava katmakta ve istasyonu, Arbat Sokağı'nın yer altındaki bir versiyonuna çevirmektedir.



      10. Ve sırada Devrim Meydanı var Pıloşıd Revolutsii (1938, mimar L. Popov): Sütunlu tarzda ve derin bir istasyondur. İstasyonun sütunlarının arasını dolduracak şekilde 76 bronz figür, bir anma galerisi şeklinde düzenlenmiştir (M Manzier tarafından). Figürler devrim ve savaş kahramanları ile başlayıp, barışseverlerle sona ermektedir.

      Figürleri tek tek incelemek bir hayli zaman alabilir, zaten çoğunu da biz Türkler olarak tanımıyoruz :)
      11. Sıradaki istasyon, Romalı istasyonu yani Rimskaya (1995, mimar L. Popov): Bu istasyon da sütunlu tarzda, derin bir istasyondur. L. Berlin tarafından yapılmış fayans heykelleri ile dekore edilmiştir. Bu heykeller Roma efsaneleri ile imgelerini temsil etmektedirler. Özellikle de Romus ve Remus (aşağıda fotoğrafı olan ikiz bebekler), Lupa Capitolina, Meryem ve Çocuğu ve Konstantin Takı (Kemeri). Tek metro çeşmesi de bu istasyonda bulunmaktadır.

      İstasyonun sonundaki heykeli görebiliyor musunuz?


      Yavaş yavaş yaklaşıyoruz.

      Yaklaştıkça heykel renkleniyor...

      Detayları ancak yaklaşınca görebiliyorsunuz.

       




      12. Bir sonraki istasyon ise Marksistkaya, yani Marksist İstasyonu (1979, mimar N. Aleşina ve diğerleri): Kırmızı rengin hakim olduğu istasyon, Sovyet sembolleri ile doludur. İstasyonun özelliği merkez salondaki spiral avizeler ile platformların üzerindeki sıra dışı çanakları ile kavisli lambalardır.






      13.  Bir sonraki istasyon ise Mayakovskaya, Viladimir Mayakovski'ye ithaf edilmiş (1938, mimar A. Duşkin): Bu istasyon dünyanın ilk sütunlu derin metro istasyonudur. New-York'taki uluslararası fuarda birincilik ödülü kazanmıştır (1939). Tonozlar, rodonit ve uçak çeliği ile dekore edilmiş pek çok ince sütun ile desteklenmiştir. A. Deyneka tarafından yapılan ve merkez salonun tavanını süsleyen kobalt mavisi, oval, mozaik paneller "Sovyet Gökyüzünün 24 Saati" ismini taşımaktadır. İstasyona yeni eklenen kuzey çıkışı ise İ. Lubyanikov Studyo tarafından yapılan ve Mayakovski şiirlerinin mısralarını taşıyan bir panelle dekore edilmiştir.




      14. Son olarak başladığımız noktaya geri dönüyoruz, kahverengi daire üzerinde bulunan Komsomolkaya istasyonu (1952, mimar Alexey Şçusev): Bu istasyon da Brüksel'deki bir uluslararası sergide birincilik ödülü kazanmış, ödüllü bir istasyondur (1958). İstasyon P. Korin tarafından kobalt ve değerli taşlarla yapılmış devasa mozaik panellerle dizayn edilmiştir. Panellerde Aleksandır Nevski, Dimitri Donskoy, K. Minin, D. Pojarski, M. Kutuzov ve A. Suvurov gibi isimlerin portreleri vardır. İstasyondaki yüksek kabartmalar ise Rusya tarihinin kahramanlık destanlarına adanmıştır.



      Eğer metro ile şehri dolaşacaksanız daha pek çok sanat eseri ile karışılacaksınız demektir. Daha başka istasyonlar da tavsiye etmek isterdim ama sırf bu saydıklarımı dolaşmak bile, eğer hakkını vererek dolaşırsanız bir gününüzü alacaktır.


      Moskova 2,5 Yaşında Çocukla Gezilir Mi?
      http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2013/08/moskova-25-cocukla-gezilir-mi-agustos.html

      Moskova'da Çocukla Gitmeyi En Sevdiğimiz Yer: Park Kulturi / Gorki Park / Park Gorkogo

      $
      0
      0

      Maksim Gorki Kültür Ve Eğlence Merkezi Parkı: Park Gorkogo

      Park, Moskova Nehri boyunca uzanan oldukça büyük bir park. İçinde çok çeşitli aktiviteler yapmak mümkün.

      Parkın girişine en yakın metro istasyonu: Park Kulturı (Парк Культу́ры), altın renkli daire hattı üzerinde bulunuyor. İndikten sonra Krimskiy Köprüsü'nden karşı kıyıya yürümek gerekiyor (bkz. Metro istasyonu haritası ve parkın girişini gösteren harita). Park hakkında İngilizce bilgiye de anasayfasından ulaşabilirsiniz: http://www.park-gorkogo.com/eng/about/
       
      Bu parkın genel haritası. Sol tarafta görülen göletin çevresini diğer yazımda anlatacağım.
       
       
      Biz parkı gez gez bitiremedik, içinde onlarca aktivite var, hepsini de yapamadık. İlk olarak yeni bölümünü anlatmak istiyorum:
       
      Çok haşmetli bir girişi var :)
       
      Parkın girişinde Mayıs'tan Kasım'a kadar ses ve müzik gösterisi de yapılan çok büyük, fıskiyeli bir havuz var.
      Havuzun hemen yanında da onlarca masa tenisi masası var. Sovyet zamanında masa tenisi turnuvaları burada düzenlenirmiş. Bugün de raket kiralayıp oynamanız mümkün.
      Fıskiyeli havuz da büyüklüğüne rağmen inanılmaz temiz, içinde ördekler yüzüyor.
       
       
      Fıskiyeli havuzda gün içinde, saat 12.00 - 15.00 - 18.00 - 20.30 ve 21.30 saatlerinde, yarım saatlik müzik şovu oluyor. Akşam da 22.30'da yarım saatlik, hem müzik hem de ışık gösterisi yapılıyormuş. Fıskiyeli park, sabah 9.00 ila akşam 23.00 arası açıkmış.
       
       
      Parkta bebek bakım odaları ve çocuk parkları mevcut. Kayak, paten, kaykay yapılan bölümler ve konserlerin düzenlendiği müzik alanları mevcut. Çocuklar için yaz kampları yapılıyor. Biz gittiğimizde Ağustos ayıydı. Ağustos ayı boyunca yapılacak etkinlikler gün gün yazılıp, dev pankartlarda sergileniyordu.
       
      Yanımda her zaman küçük bir su matarası taşırım. İçme suyu buldum mu da doldururum, plastik şişelerden hoşlanmıyorum:
       
      Çeşmenin üzerinde: İçilebilir, yazıyor.
       
      Kontes, parkın içinde bulunan kum havuzuna bayıldı. Sırf kum havuzunu bir hafta içinde 3 defa ziyaret ettik:
       
      Kum havuzunun içinde çocuklar için kum oyuncakları var. Gelen çocuklar paylaşarak oynuyorlar.

      Annelerin çocuklarını fotoğraflama dürtüsü her millette var sanırım :)
       
       
      Gölde deniz bisikletine binebilirsiniz:
       
       
       
      Ağaçların arasında kaybolabilirsiniz:
       
      Kontes oralarda bir yerlerde olmalı....

      İşte buradaaaa :)

      Ağaçlardan meyve toplayıp yiyebilirsiniz:


      Meyvelerin üzerinde dolaşan Kontes...
      Çok doğal, çok lezzetli, hem de şehrin göbeğinde...


      Parkın içinde hazine keşfine çıkabilirsiniz:


      "O ilerideki de ne?"

      İçine çiçek ekilmiş bir saksı-piyano :) Estetik zevkimiz okşansın azıcık :)
       
       
      Minik bir ev bulduk. Acaba içinde ne var?
      Bir tavşan, orman arkadaşlarına çay daveti veriyormuş :)
      Hafta sonu çoluk çocuk eğlenen insanları, ailecek uzandığınız şezlongunuzdan seyredebilirsiniz.
       
      Bir bisiklet kiralayıp parkın içinde ailecek gezebilirsiniz. Bisiklet başına 1500 Ruble depozito veriyorsunuz, bisikleti geri götürünce de paranızı geri alıyorsunuz. Bisikletlerin yarım saati: 1 kişilik - 200 Ruble; 2 kişilik - 300 Ruble; 4 kişilik - 400 Ruble; 7 kişilik - 500 Ruble...
       
      
      4 kişilik bisiklet kiralayıp, Kontes'i de ön koltuğa oturttuk. Çok eğlendi...
      Nehir boyunda portre çizen ressamı da fotoğraflayayım dedim ama pedal çevirirken biraz bulanık çekmişim.
       
      Parkın yan çıkışlarından birinin karşısında 700'den fazla heykeli barındıran Muzeon Sanat Parkı bulunuyor. Malum Türkiye'de heykel sanatı pek gelişmiş değildir. O nedenle bu parkı özellikle gezdirmek istedim Kontes'e. Heykelleri tek tek elledi :)

      Heykel parkının şeması
       
      Bu heykel Kontes'in özellikle ilgisini çekti :
       
      Stalin
      Moskova'daki en sevdiğim heykellerden biri... Parkın içinde değil ama parktan gözüküyor.

      Çocuklar için parkın içinde düzenlenmiş bir yaz kampına denk geldik.


      Çocuk kampı süslemeleri :)

      Heykel parkının değişik video çekimlerine youtube'dan ulaşılabilir:



      Gorki Parkı gez gez doyamadık. Bir dahaki gidişimizde ilk uğrayacağımız yer gene orası olur sanırım.

      Yağlanan ve Kirlenen Lavabo Süzgeçleri ile Tarak ve Fırçalar Nasıl Temizlenir?

      $
      0
      0


      Sabit lavabo süzgeçlerini temiz tutmak çok zor. Ben de düzenli olarak temizlemek yerine tamamen kirlenene kadar bekliyorum. Aşağıdaki fotoğrafta artık son raddede kir tutmuş süzgeçler görünüyor.




      Yağlanmış, kirlenmiş, kireç ve su lekesi olmuş süzgeçleri bir kaseye yerleştirdim.




      Üzerlerine sirkeli ılık su doldurdum.

       
       
       
      Bir süre sonra sirkeli sudan çıkardım. Soğuk suyun altında eski bir diş fırçası ile güzelce fırçalayarak yıkadım. Kıyıda köşede kalan yerleri de kulak çubuğu ya da pamuk sarılmış kürdan ile temizleyebilirsiniz. Sonunda pırıl pırıl oldular. En üstteki fotoğrafta görülüyor.
       
      Saç fırçaları da aynı şekilde kiri, yağı biriktirir. Üstelik temizlenmezlerse saç diplerinde sivilcelenmeye, yağlanmaya ya da kepeklenmeye neden olabilir. Onları da şampuanlı veya sirkeli ılık suya yatırıp bir gece bekletiyorum. Sonra fırçanın üzerindeki saçları tarakla tarayarak çıkartıyorum. Fırça kılları dibindeki kir topakları da çoğunlukla saçlarla birlikte çıkıyor.
       
      Daha ayrıntılı ve fotoğraflı anlatım için bkz: http://www.wikihow.com/Clean-Hairbrushes-and-Combs

       
      En sonunda fırça kökünde kalan kirleri ve taraktaki kirleri de eski bir diş fırçası ile fırçalayarak çıkartıyorum.
       
       



      Eğer doğal olsun diye sirke kullanmak istiyor fakat kokusunu sevmiyorsanız, sirkeli suyun içine birkaç damla okaliptüs (cold mix de olabilir), lavanta, nane ya da çay ağacı yağı (hint defnesi)ekleyebilirsiniz.
       
      Sirkeli ya da şampuanlı suyun içinde 15 dakika tutmanız yeterli geliyor.

      Kimyasal Kullanmadan Gümüş Nasıl Parlatılır?

      $
      0
      0


      Prensip olarak değerli maden kullanmaya karşı olan biriyim. Ama evime hediye olarak getirilen iki üç parça gümüş eşyam var. Onları temizlemek bana çok zor geliyordu. Gümüş parlatıcısı aldım içime sinmeye sinmeye ama hem doğru düzgün parlatmadı, ovalaya ovalaya kollarım koptu, hem de kokusu ciğerimi deldi geçti. Neyse ki internet var. Biraz araştırma yaptım ve iki farklı yöntem uyguladım. İkisi de birbirinden kolay. Gümüş parlatıcısı bir daha evime gelmemek üzere kendisine başka bir ev buldu :)
       
      Soldaki kase biraz daha iyi durumda ama sağdaki minik kasenin içine herhalde etkileşime gireceği bir şeyler koymuşum ki kapkara olmuş.

      İçlerindeki siyah lekeler görünüyor.

      İlk önce diş macunu sürme yöntemini denedim. Ben diş macunu da kullanmıyorum ama eşim Sensodyne'den vazgeçemiyor. Neyse ki benim de bir işime yaradı macun :)
       
      Bu kubbe de bakır mı, gümüş kaplama mı nedir bilmiyorum. Hediye gelmişti 2,5 sene evvel. Ve ilk defa parlatılacak.

      Yukarıdaki fotoğrafta görülen kubbeyi, sağda görülen fırça yardımıyla macunladım ve bir 10 dakika kadar beklettim. Sonra yine aynı fırçayı biraz ıslatıp köpürte köpürte ovaladım. Sonra kalan lekeleri bir de bezle ovaladım ve akan suyun altında yıkayıp kuruladım. Aşağıdaki fotoğrafta parlatılmış kubbe ile henüz işlem görmemiş alt tabağının farkı görülüyor.


      Kubbe üzerindeki siyah leke, iPad'imin yansıması :)

      Diğer küçük parçalar içinse ocakta deneme yaptım. Bir miktar su kaynattım. Tencerenin dibini alüminyum folyo ile kapladım. Kaynayan suya karbonat ve tuz ekledim.
       
       

       
      
       
      Sonra gümüş parçaları alttaki alüminyum folyoya değecek şekilde tencereye yerleştirip bir 5 dakika suyun içinde bıraktım.
       
      
      Buhardan dolayı biraz buğulu çıkmış.

      Parçaları çıkardığımda lekeler hafiflemişti. Biraz havluyla ovalayınca iyice temizlendiler ve parladılar ama çok kararmış olan bölgelerdeki o simsiyah lekeler duruyordu. Onları da macunlayıp beklettim.
       


      Tencereden çıkardığım alüminyum folyo parçaları simsiyah olmuşlardı.




      Gümüşleri ovduğum havlu da sonunda bu hale geldi. Ama zeytinyağlı sabunla çitileyince temizleniverdi. Yapışkan bir kir değilmiş.
       
       
       
       
      En sonunda kapkara olan küçük parçalar da parladılar. Tüm parçaların son hali en üstteki fotoğrafta görülüyor. Burada uzun uzun anlattım ama kaynatması 10 dakika, macunla bekletmesi 5 dakika, ovma işlemleri de dahil yarım saatte bitti. Bu kadar kolay olacağını bilseydim 3 sene bekler miydim? Artık gümüşler bu derece kararmadan, düzenli olarak parlatma işlemi uygularım. 

      Ekim Ayında Pazarda Neler Var? Ekim Ayı Yemek Listesi

      $
      0
      0

      
      
      İşte bizim pazarımız...
      Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yapardım. Artık Akdeniz'e taşındım, manavdan da alışveriş yapsam fark etmiyor, orada da pazardaki ürünü bulabiliyorum. Ama hala pazara gidiyorum, çünkü hem pazarın havası başka, hem orada peynirli-tereyağlı bazlamamı yiyebiliyorum, hem de köylülerin kapı önlerinden topladıkları ve normalde manavlarda satılmayan meyve ve otları bulabiliyorum. Ayrıca kızımı da yanıma götürüyorum. Eskiden kızımı sırtıma bağlardım, puseti de pazar çantası olarak kullanırdım. Kızıma pazardaki meyve sebzelerden verirdim. O havuç yerken ben de sürekli konuşurdum. Mandalina koklatır, turşu tattırır, balıkları tanıtırdım. Şimdilerde pazara gitmek istemiyor bazen canı. O zaman puseti rüşvet olarak kullanıyorum. Eskiden binmek istemediği pusete şimdi binmek için can atıyor :) Artık yavaş yavaş turuncu domatesin alınmayacağını, yumuşak incirin daha lezzetli olduğunu öğrendi. Domatesleri torbaya atmadan doldurması gerektiğini aksi halde ezileceklerini söylemiştim. Geçen elmaları hızlı hızlı torbaya doldururken "Elmaları öyle yüksekten atma anne, canları acı." dedi :)
       

      Ekim ayında son demlerini yaşayanlar:
      1. Taze fasulye
      2. Deniz börülcesi
      3. Domatesi-Salatalık-Biber: Alırken sera ürünü olmamalarına dikkat edin. Tarla ürünlerinin son dönemleri çünkü...
      4. Patlıcan - Kabak
      5. Üzüm: Alırken saplarının kuru olmamasına dikkat edin. Evde üzüm sirkesi yapmak için son ay :)
      6. İncir-Erik:İncir reçeli ve kışlık erik suyu yapmak için de son fırsat.
      7. Mısır
      8. Taze ceviz

      Ekim ayında peyder pey çıkacak olanlar:

      1. Maydanoz-Dereotu-Roka-Tere-Marul-Kıvırcık: Maydanoz her mevsim yetişiyor aslında.
      2. Nar: Nar ekşisi alacaksanız, geçen seneden kalanları almadığınızdan emin olun. Kızım 1 yaşından beri nar yiyor. Ayıklaması da ayrı bir eğlence ve ileride yazı yazmasını kolaylaştıracak ince motor kas çalışması için birebir. Bir meyve daha ne yapsın?! :)
      3. Trabzon Hurması
      4. Balkabağı: Betakaroten açısından zengin, bol lifli... Çekirdeğini fırınlayıp yiyebilir, çocuğunuzla birlikte tatlısını yapabilirsiniz. Balkabağını çok seviyorum :)
      5. Pırasa
      6. Lahana
      7. Ispanak
      8. Karnabahar: Alırken siyah lekeli olmamasına dikkat edin.
      9. Havuç
      10. Pancar
      11. Kereviz: Burada kereviz yaprağının ıspanak gibi yemeğini yapıyorlar, içine de nohut ekliyorlar. Ben kereviz yaprağının turşuların tepesini bastırmak için kullanıyorum bu ay.
      12. Yeşil Mandalina - Portakal
      13. Ayva - Elma - Armut
      14. Turp
      15. Yer elması

      Pazardan aldıklarım:

      1. Köy yumurtası
      2. Bazlama
      3. Peynir çeşitleri
      4. Süzme yoğurt
      5. Ceviz
      6. Tahin-pekmez: Bunların da bu yazın ürünü olduklarından emin olun, geçen seneden kalanları almayın.
      7. Fırında kurutulmuş mantı
      8. Çiğ Süt
      9. Mantar
      10. Biberiye: Biberiyeyi Eylül sonunda topladım, kuruttum.

      Demek ki evimizde bu ay  ne pişecekmiş?! :)

      KAHVALTI:

      1. Menemen: Son demlerini yaşıyor. Menemenlik konserve yaptım ama onlarla yapılan menemenin tadını beğenmiyorum, onları yemeklik kullanıyorum.
      2. Peynirli bazlama: Hem cuma öğlen öğününe hem de cumartesi kahvaltısına eşlik ediyor.

      3. Peynir çeşitleri, ceviz, tahin-pekmez: Bizim eve Nutella ve türevleri girmiyor. Babası ile birlikte kendi çikolatasını, tahin pekmezi karıştırarak kızım yapıyor. Özellikle Nutella'nın insanlarda nasıl alışkanlık ve durdurulamaz bir yeme isteği uyandırdığını gördükçe ürktüm ben, içinde bağımlılık yaratan bir madde olduğundan şüpheleniyorum.

      
      Ev yapımı keçi boynuzu pekmezi ve tahinimiz...




      4. Mantarlı krep / Üzerine peynir serpilerek tavada pişmiş mantar
      5. Tost / Fırında peynirli ekmek
      6. Simit
      7. Yoğurt/Ayran/Kefir
      8. Ihlamur/Yöreye özgü adaçayı
      9. Ballı, sirkeli su:İlaç niyetine içiyorum ayrıca sanırım kan şekerini de dengeliyor ki yeme isteğini azaltıyor.
      10. Ballı biberiye çayı

      ARA ÖĞÜN:

      1. Deniz börülcesi: Haşlayıp, ayıklayıp, üzerine sarımsak, zeytinyağı ve limon dökerek yiyoruz. Kızım da çok seviyor.
      2. 
        Haşlanmış mısır: Artanlar salataya
      3.  
      4. Haydari 
      
       
       
       4. Turşular / Pancar Turşusu: Her tür turşuya bayılan kızım sarımsaklı pancar turşusunu da küçüklüğünden beri çok severek yiyor. Ayrıca turşu da kuruyor artık ve kendi kurduğu turşuyu ikram ederken acayip gurur duyuyor :)
       
      5. Çoban salata: Son demleri. Kızım bazen sadece salata yiyerek öğün yapıyor. Soğanlı çoban salata yemeyi çok seviyor.
       
      6. Pırasalı / Ispanaklı / Mercimekli Börek - Sosyete Mantısı
      7. Yoğurtlu çılbır
      8. Kereviz salatası
      9. Buharda karnabahar: Üzerine limon suyu ve yoğurt döküyoruz.
      10. Mercimek köftesi: Kırmızı biberin içine doldurup, pikniğe filan da götürebiliyorum :)
      11. Kısır
      12. Humus
      13. Pizza: Pizzamızı sebzeli yapıyoruz. Hemen hemen tamamen kızım hazırlıyor ve afiyetle de yiyor. Hatta arkadaşları geldiğinde onlara yapmaktan da büyük zevk alıyor.
      14. Poğaça: Kızım dereotunu kopararak tek başına yiyecek kadar sevdiğinden poğaça hamuruna dereotu karıştırıyorum.
      15. Tuzlu Mısır Unu Keki:İçine peynir, nane vs atınca, yanında da yoğurtla bayağı doyurucu oluyor.
      16. Mantı: Pazardan aldığım mantıyı bir öğlen öğünü için yapıyorum kızıma. Hatta yanımıza alıp pikniğe gittiğimiz de oluyor :)
       
       
      TATLI:

      1. Trabzon Hurması:Çatalla ezip cevizle karıştırılabilir hatta üzerine bir tatlı kaşığı da bal ve tarçın da gezdirilebilir.
      2. Elmalı Turta/Kurabiye: Lahana ile yapılan bir yalancı turta tarifi var. Dener denemez yazacağım :) Anneannemin yaptığı, üzeri pudra şekerli elmalı kurabiyeler en sevdiğim tatlıydı küçükken. Kızımın da hazır gofret, şeker ve benzeri ürün yemesindense evde hazırlanmış tatlıyı tüketmesin tercih ediyorum.
      3. Kabak Tatlısı: Az şekerli ve üzeri cevizli.
      4. Cevizli Elma Tatlısı
      5. Havuçlu Kek /Cevizli Kek
      6. Sütlaç
      7. Ayva Tatlısı: Tatlı yiyeceksek, bari meyve tatlısı olsun :)
      8. İncir Tatlısı: Sütlü olması tercih sebebidir :) Bu sene biraz incir de kuruttum.
      9. Havuç Tatlısı
      10. Bisküvi
      11. Mozaik Pasta: En zararlı tatlımız bu. Ama kızım yaparken çok eğleniyor. Hemen hemen tamamen kendisinin yapabildiği tek tatlı çünkü.
      ÇORBA:
      1. Tarhana Çorbası
      2. Domates Çorbası
      3. Patates Çorbası
      4. Sebze Çorbaları: Balkabağı, pırasa vs.
      5. Mercimek / Ezogelin Çorbası
      6. Karışık Tahıl Çorbası
      7. Tavuk Suyuna Düğün Çorbası
      8. Balık Çorbası
      9. Bulgurlu Lahana Çorbası
      10. Kremalı Mantar Çorbası
       
      MAKARNA / PİLAV:
       
      1. Patlıcanlı / Mercimekli Bulgur Pilavı
      2. Meyhane Pilavı: Domates, biberli, cıvık bulgur pilavı
      3. Keşkek
      4. Sebzeli Kuskus
      5. Çin Eriştesi (Noodle)
      6. Cevizli, Lorlu Ev Eriştesi
      7. Ton Balıklı Makarna
      8. Tavuklu Pilav
      9. Dible: Domatesli, taze fasulyeli pilav
       
      ANA YEMEK:
       
      1. Taze Fasulye:En sevdiğim yemeklerden biridir. Güzel yapıldı mı bir tencere yiyebilirim. Kızım da seviyor. Karadeniz'de dible denilen, fasulyeli pilavı da çok severim. Ama yapmaya üşendiğimden taze fasulye ile domatesli pilavı ayrı ayrı yapıp, sonra karıştırarak çakma dible yapıyorum. Kızım bu şekilde sulu yemeği de dökmeden saçmadan, kendi kendine yemiş oluyor. 
       
      
      
      2. Pırasa: Bol bulgurlu, limonsulu ve suyunu çektirerek, az sulu yaptığım zaman bayılarak yiyorum kızım.
      3. Kıymalı Kapuska: Havucu rendelenmiş olmalı.
      4. Ispanak: Kendi suyunda kavrulmuş olarak ya da havuçlu yemeği.
      5. Kıymalı Karnabahar Yemeği
      6. Erişteli Yeşil Mercimek Yemeği
      7. Köfte veya Haşlama Et: Acil yemek yapılması gereken bir gün.
      8. Türlü
      9. Zeytinyağlı yer elması
      10. Patlıcan / Kabak İmambayıldı
      11. Patlıcan / Kabak Ograten
      12. Nohut / Kurufasulye
      13. Zeytinyağlı Pirinçli, Dereotlu Kabak
      14. Kıymalı Patates
      15. Patlıcan / Karnabahar Musakka
      16. Ekşili Köfte
      16. Kabak Dolma
      Viewing all 101 articles
      Browse latest View live